6/10/2012
İLK AŞK
İLK AŞK
Yağmur yağıyordu ve sen gidiyordun
Saçların ıpıl ıpıl parlıyordu
Ceketin süklüm büklüm üzerinde
Ve sen gidiyordun
Son yağmurlar değildi caddeme düşen
Ilk de olmayacaktı
Çocuktum ilkleri kovalarken
Ilk yağmur damlam çoktan kurumuştu
Şimdi düşünüyorum da ;
Arnavut kaldırımlar taş kokuyordu
Issız sokak yakomoz yakamoz
Yağmur yağıyordu
Arap kızı büyümüş ve taşınmıştı
Ben camdan bakıyordum
Sen gidiyordun!
Kadın
Kadını en iyi anlatan koca koca adamların şiirleri mi dersin?
Birşeyi unutuyorlar;
Kadın ne sakız misali çarşaflar serer “eş”ine, ne de;
Kurtlar masasına kuzu doğurur düşman için!
Anaçlığı doğurur tüm toplumu ve doğurulmamışı
Farkında mıdır mustakbeller , kurdukları rüyada
Kadının tanrıçadan çok başka farkındalığının
Oysa çocuklar “anne” desin diye kovullmuştu Havva!
Cennetin arka sokaklarında oynarken çocukları..
6/09/2012
EYLÜL VURGUNU
Ahşab evin gıcırtılı tahtaları şahitti bütün olanlara ;
‘’Anne unutamıyorum. Bize yapılanlar insanlık dışıydı’’dedi.
‘’Anlıyorum çocuğum gececek gececek kuzum’’
Çocuğunun zor anlarına çoğu zaman şahit oluyordu Cevahir Hanım , kabuslar, huzursuz uykular, sessiz akşamlar...
Yıllar önce öylemiydi ; Biricik nazlı kızı bütün güzelliği ile büyümüş serpilmiş üniversiteli bir genç kız olmuştu. Ama yıllar önceydi bu ışıltılı günler. Oylum sevinerek başladığı üniversitenin daha ilk yılında sağ ve sol diye adlandırılan kavgada safını o da seçmek zorunda kalmıştı.
1980 ihtilali ile yönetime el konulmasıyla birçok genç hayatlarına mál olacak günleri biçimsiz, isimsiz, izbe hücre odalarında hücreye tıkılmıştı.Kaçmayı başarabilen ana kuzuları içinse gazeteler fotoğraflı baskı yapıyordu ‘’gördüğünüz yerde vurun’’ manşetleri eşliğinde..
Oylum o hücrelerden birine girdiğinde henüz onsekiz yaşındaydı siyasal bilimlerde okuyan öğrencilerdendi. Ülkenin çalkantılı dönemlerinde çok da rahat geçmeyen lise yıllarından sonra üniversitede bütün giden olumsuz şartlara, dur demek isteyen arkadaşlarına kendiside ufakta olsa yardımcı olmak istiyor. Ülke adına olumlu bir gelişme sağlayacak her kıpırtının ardına düşen gençlerden sadece biriydi.
Annesi Cevahir hanım ise dul bir kadın. İstanbul’un Çengelköy semtinde babadan kalma ahşab bir daire sahibiyken geliri sadece yaptığı örgüler ve dikiş dikmekten ibaret olan oldukça hanımefendi ve maharetli bir kadın. Umutlarla her sabah kızının başak misali saçlarını gururla tarayan elleri ile üşenmeden okula hazırlardı. Kendi çocukluğunda da anneannesinin kendi saçlarını böyle taradığını anımsardı hep.. Aile büyükleriyle tatlı ve neşeli bir çocukluk yaşamış Cevahir Hanım. Kızı Oylum’la güzellikleride aynı şekil çocuğuna aktarabilmiş ve geleceğine dair çok hayaller kurmuştu. Ancak hayalleri 1980 kışında uçup gitti güz soğukları sıcak hayalleri süpürdü..
Oylum 80 ihtilali diye adlandırılan dönemde girdiği hücre hapishanesinde bütün hayallerini gömdü. İki sene sonra çıktığındaysa kapı önünde onu almaya gelen annesinin bütünüyle beyazlamış saçları oldu.
‘’kızım duydun mu?’’
Duydum anne, duydum!
Bakalım adalet yerini bulacak mı? Bakalım adaletin gözü gerçekten de söylendiği gibi kör mü?
‘’Oylum ne düşündüm kızım biliyor musun’’
Oylum hayır anlamında kafa salladı.
Onun karşısına da şu emriyle yitip giden gençlerin birinin anası babası ya da dayısı çıkıp ‘’ne yapalım Paşa asalım mı.. bu yaştan sonra seni süründürelim mi? Seç birini diye sorma cesaretini gösterebilir mi?
Oylum o acılı tebessümlerinden birini annesine yollamıştı. Annesinin zamanında bütün uyarı ve karşı çıkmalarına karşın arkadaşlarını yarı yolda bırakmamak adına dinlememisti. Pişman mıydı ‘’hayır’’ ama bu saçları ak güzel kadının ruhsal desteğini nasıl yadsıyabilirdi. O an kızına hayatı boyunca kol kanat olmuş bu anne için ne yapsa hakkını ödeyemeyeceğini düşündü. Aldığı maaşla sadece ona küçük hediyeler ve hafta sonu gezmeleri ile sürprizler yapıyordu. Üniversiteyi bitirememişti sonrasında da bitirmek istememişti.Kitaplar onun sarayıydı. Üstelik bu sarayın inşası gençlik yıllarında olduğu gibi yasakta değildi. Sadece aldığı daktilo kursu ile girdiği iş şimdilerde büyük isim yapmış gazetenin o zamanlarda ki küçük yazı dairesiydi. Orada sekreter olarak başlamıştı. Sonrasında yabancı dilini gittiği kurslarla geliştirerek idari bölümde kalmayı başarabilmişti. Emekli olması yakındı. ya sonrası!
Hafta sonu annesi ile kır gezisi yapacaklardı. Annesi artık baston kullanıyor. Ağrıları çok olsada kızını kırmamak adına ona eşlik ediyordu.
‘’ ah Oylum sen ne güzel bir çocuksun!’’
‘’Noldu anneciğim’’ dedi sevgiyle Oylum. ‘’Buralara gelmeyi uzun zaman oldu, uzun yıllar’’ diye devam etti yaşlı kadın
En son komşularla piknik düzenlenmişti buraya mahallece doluşmuştuk, şu tepeliğin dibinde mangallar kuruldu. Şu ağaçlarda senin 8 yaşında sallandığın salıncaklar kuruldu. Komşu Münevver’in sarmalarını geçen sene rahmetli olan Mehmet amcan kaçırır saklardı başkasının baklava tepsisine. Çok muzip adamdı rahmet olsun.
‘’Şimdi hatırladım’’demişti, Oylum. ‘’Ama ben çoktan unutmuşum çocukluk anılarım çok eski silik zihnimde sen daha iyi hatırladın anne, buraya geçen işyerinde ki arkadaşlar gelmişler hafta sonu kahvaltı yapmaya geçen kızının düğününe gittiğimiz Leyla söyledi. Söyliyelim şu bey yiyeceklerimizi hazırlasın gel biz biraz kayığa binelim’’
Güldü Cevahir Hanım ‘’kızım kalırız ortada biryerde ‘’
‘’sen merak etme anne orayla da ilgilenen biri var’’
Beraber sosyal tesisin bir başka görevlisiyle birlikte annesini kayığa aldılar. Yerde duran kırmızı birşey dikkatini çekmişti Oylum’un ‘’bu nedir?’’ diyerek yerden almaya yeltendi. O sıra adam ‘’haa! O mu..o bir müşteri unutmuş şemsiye çok hoşumuza gitti. Kayıkta kalsın diye düşündük. Belki sahibi de yine çıkar gelir bir gün. Gerekirse kullanabilirsiniz.’’
‘’ Anne bak , gezintide güneşe karşı rahatlatır seni’’ Cevahir ‘’ evet, belki sana da rahatlık verir. Açarsın güneşe karşı ohh! bütün sıkıntıları alır giderir kimbilir. ‘’
Yaz ayının melteminde açtıkları bu şemsiye sanki onlara miğfer olmuştu. Cevahirin depreşen güzel anılarını rengiyle şenlendirmiş. Oylum’un kötü anılarına gölgelik olmuştu. Ufak gezintilerinde kenar kıyıda anne babasıyla gezinmekte olan çocukları görünce iç geçirmişti Cevahir.
‘’Noldu teyzecim?’’ dedi kayığı idare eden görevli. ‘’yok birşey çocuğum yok yaşlılık işte’’
Kızı farketmişti ; ‘’Biliyorum anne anladım, ama yaşananaların acısı hala iyileşmedi. Yaşananların izi bedenden siliniyor ama ruhumdan...benden doğacak olan yaşadığımı yaşamasın istedim. Hayat ve yaşananlar gerekli güven duvarını örmedi. Bir çaylak daha gelsin istemedim bu acılarla dolu dünyaya! Unut anne sen de unut! Benim bütün çocukluğumu ve üniversite sonrasında kurduğum hayalleri unuttuğum gibi sen de artık torun düşünme annecim.
‘’Kızım sen de unutacaksın birgün anne diyecek kimse olmadığında çocukluğun bitmiş olacak. Ve evet ‘’ben büyümüş ve bir kadın olmuşum’’ ama farkında olamamışım demenden korkarım.’’
‘’Yok annem öyle olmayacak emin olabilirsin.’’
Cevahir kayıkçı ile gözgöze bakar bulmuştu kendini. Adamın bakışları bu yaşlı kadına acıma ve şefkat doluydu.
Kıyıya geri dönerlerken Oylum şemsiyeyi sırtına koyarak açmış. Sanki kendine özel bir alan oluşturmuştu kayığın önünde arkasını anne ve kayıkla ilgilenen adama dönmüştü.önünde uzayıp giden nehre daldığında o nekadar hayır desede hafızasında neleri silmeye çalıştığını ve neleri silemediğinin hesaplarını yaptığını bilen tek kişi yine annesinden başkası değildi. Hepsi avazıyla bağıran adama yöneltti bakışlarını;
‘’Hay maşşallah’’ dedi kıyıda ki bir adam , yanında küçük oğlu balık tutuyorlardı.
Kayıkçı gülerek karşılık verdi ona;
‘’ Beyim yalnız balıkların mevsimindeyiz’’
‘’Bunlar alık yahu!.. tek tek geliyorlar ama vuracakları kıyıyı biliyorlar.’’ Diye karşılık vermişti neşeli adam.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)