2/28/2014

KOL KIRILIR YEN İÇİNDE KALIR ya da ....






F.Gülen’in çağrısı;
muallak bir beddua,
 hayal kırıklığının verdiği bir kahır,
edebin sınırlarını zorlayan bir yoksunluk halidir!..

Türkiye siyaseti ya da meclis dendiğinde  düşüncelere ABD  geldiği gibi politikası da dahil oluyor. ABD’nin  ekonomik krizi tüm dünyayı ve  ülkemizi de etkiliyor. Doğuda uygulamış olduğu politikalar ve bunların neticesindeki sıcak savaşlar milletçe bizi bu düşünceden geri koyamıyor.
Memleketimizin süregiden  zor günlerinde mecburi gerçekleşen  istifalar ve atamalarla da gözlerimiz ve kulaklarımız gelecek bir mesaja yöneldi. Amerika her zamanakinden daha sessiz kalmıştı. Ülkemizdeki konsolos herhangi bir görüşme gerçekleştirmedi. Halbuki Gezi eylemlerinde Obama başta  olmak üzere kesin mesajlar almıştık. Dünya basını muhalefet ve iktidarın savaşına yer veririken Amerika devleti en üçlü müttefiki olan Türkiye’nin bu sarsıntılı döneminde fazlasıyla sessiz kaldı adeta köşesine çekildi.
Sonra BM sözcüsü sorulan bir soruyu şu şekil yanıtladı:
"Kesinlikle hayır. Bu saldırıyı temelsiz buluyoruz. Amerikalı yetkililer hakkındaki bu tür iddialara ilişkin kaygılarımızı Türk yetkililere ilettik, bunlar tamamen temelsiz" dedi.

İstanbul merkezli operasyon kapsamında devam eden soruşturmaları yakından izlediklerini belirten Harf, 'Basın özgürlüğü, yargı süreci, adalete etkin erişim gibi konulara ilişkin kaygılarımızı aylardır, yıllardır Türk hükümetine iletmekteyiz. Türkiye ile yakın bir ilişkimiz olduğunu söylemekten başka, bu konuda daha fazla bir yorumum yapmayacağım. Uygun gördüğümüz zamanlarda bu konuları gündeme getirmeyi sürdüreceğiz. Bu, Türkiye'nin bir iç sorunu, biz izlemeyi sürdüreceğiz” diye konuştu.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Marie Harf, başka bir soruya verdiği yanıtta da, Türkiye'nin yargı sisteminde şeffaflık, zamanlılık ve adalet için en yüksek standartlara uymasını beklediklerini söyledi.
Nasıl oluyorda “aylardır Türk hükümetine söyledik” dediği bir durum için “bu olayda mudahalemiz olmadı” diyebiliyor.. O hade hangi gerekçelerle TC hukukunun şeffaflığına ya da yargıya karşı aylardır bir takip ve hatırlatma içinde?.. ardından “Türkiye ile yakın  birilişkimiz olduğunu söylemekten başka….” Diyerek sözlerine devam ediyor. Bu açıklama cümlelerin ve onlara yüklenen anlam itibariyle biribiri içinde  oldukça çelişkili ve beynelminel bir açıklamadır.
 Amerika’nın Türkiye iktidarının yani o iktidardaki otoritenin  sarsılması durumunda Doğudaki kazanımları artmaya devam edecektir. Doğu ülkelerine yıllardır uyguladığı ticari ambargolarla büyük gelir elde eden  Amerikan hükumeti , Orta Doğu’ya lider olabilecek bir ülke elbette istememektedir. BM Sözcüsünün  sözlerindeki ‘güçlü müttefikimiz’ derken aslında hedefi belli olan alttaki mesaj  kabaca şudur;
“Türkiye bizim azık ve mızrak torbamız. O torbayı kaptırmayız!..bundan kelli gidin başkanınıza da söyleyin fazla dayılanmasın!” işte en net manada tercümesi budur.
R.Tayyip Erdoğan’da bu çıkmazın içinde memleketin geleceği için samimiyetle çaba sarfeden samimi bir yöneticidir. Onda şüphe yok. Ancak ABD ile NATO dan kaynaklanan birlikteliğimizin sebepiyle aynı zamanda uzun yıllardır dış sermayenin yurt içinde resmi şartnamelere maruz kalmadan yaptığı serbest yatırımlarla devletin gelişimindeki adımlar fazla uzun vadeli olamıyor. Başbakanın ve kurmaylarının ve partiye gerçek anlamda gönül veren prensip sahibi vekillerin  ne kadar özveri ve gayreti olsa da tam  ekonomik sıçrama aşamasına milletce gelip dayandığımızda bir şekilde buna  müsade verilmiyor.(!)


Islatılmış Mektuplar:
Sıvıyağ karışımlı boya ile nam-ı diğer mühür?..
Fethullah Hoca neden böylesi mektuba ihtiyaç duymuş olabilir. Elbette devletin en tepesindeki yöneticinin  şartsız objektif değerlendirebileceğini düşünerek. Mektup eğer Cumhurbaşkanının değil de sn başbakanın eline ulaşsaydı bu adım daha samimi algılanabilirdi. Hoca efendi bunu tercih etmedi.
Süreçte hem Fethullah Hoca’nın bu konuda endişe taşıdığını ve hem de ıslak imzalı mektup göndererek aracı kişilere fırsat vermek istemediğini son olarak yakın bir gelecekte bu mektubun hukuki bir değer taşıyacağının bilinciyle gönderilniş bir mektuptur.
Mektubun en manidar kısmı belki de özü olan seçtiğim kısmı;
“Ayrımcılık ve meşrepçilik gibi hatarlı düşünce ve çirkin işlerin önü alınmazsa yarın Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri muhiblerinin, Süleyman Efendi’nin talebelerinin, İlim Yayma Cemiyeti’nin, Menzil mensuplarının ve diğer meşreplerin/mesleklerin de aynı muameleye maruz kalacaklarının” endişesini sayın Hoca Efendi’nin taşıdığıdır.
Aslında vurgulamak istediğim de tam olarak budur!..başbakanın F.Gülen’i  ötekileştirmesinin temelinde şahsi sebepleri güçlü olabilir. Ama kitleleri ardına alarak bunu gündemde taze tutmasının ardında başka sebepler de olabilir..
Topluma yansıyan bu küslüğün faturası takın bir gelecekte yine toplum üzerinde ağır işlenebilir.


   AK  Gönüllerin ve NUR Yüzlerin Ayrışma Serüveni:

Ak gönüllülerin serüveni bundan yıllar ve yıllar evvel başladığında gerçekten ‘gönüllü’ mahiyetini taşıyordu. Yani AK Partiye baş koyanlar partiyi kuran bir kaç ‘ak yürek’haricinde bu denli güçlü ve geleceğe dönük bir parti olacağından emin değildi.
Partiye oy verenler ise gönlü ak geleceğe pak bakmak isteyen muhafazakar insanlardı.
Bu insanlar cemaat , cemiyet ve vakıflar çatısı altında dağılmışken zaman geçtikçe tek güç tek çatı olma yolunda AK Parti çatısı altında birleşmeye başladılar. Gönüllüler o çoğunluğun ortak kararına ve nihayetinde kitlelere ulaşınca yadsınamaz bir gerçeklikte  ortaya çıkmış oldu.Muhafazakar birliğin oluşturduğu  ticari döngüde sermaye ülke sınırlarını zorlayan adil bir yönetime dönüşebiliyordu.
Siyasi ya da ticari ya da kurumsal olsun her kabul edilmiş gücün getirdiği  sorunların başında tabiki ‘kapital kaynaklar’ ve bunların oluşturduğu beşeri ilişkiler temeller geliyordu…geldi de !..
Sn başbakanımıza birinci dereceden  bağlı kişiler geçmişte başkanları ile bu yola baş koyduklarından ,gönül birliği yaptıklarından olsa gerek detayları kendisine bildirmediler. Başbakanımızda aynı güven ile sorgulama endişesi taşımadı!..
Ama AK Parti’nin gönüllü ve kalbi yolculuğu kompozisyonun başıydı. O safiyane girişi bir çok badire ile ya da basitçe acı gerçeklerle yaşaya yaşaya eritmişler gelişme bölümüne gelmişlerdi. Yani burokrasi ve hukukun üstünlüğü!..işte tam bu noktada farkedildi ki  yıllardır yola çıkan taşları temizlemeye çalışırken,konunun gelişme bölümünde koşarak yol alırken ihmal ettikleri gerçek su üstüne çıkmıştı. Hem de kendi elleri ile kendi çarkları içindeki kendi insanlarıyl. Demokrasi detayları ile bir bütündü!

Burada acaba bu koşu ya da kompozisyon sonuca yakın mı diye düşüncesi hasıl olabilir.
Sn başbakanın  kabinedeki yaptığı değişiklik çok gelecekte beklediğimiz siyasi reformlar adına çok yerinde bir adım oldu. Satranç ustası gibi hamlelerini gerçekleştirdi. Tek sorun cemaat liderini muhalefet başkanı ya da savaşta karşı komutanmışcasına egosu yüksek bir gerilime taşıması,taşıtması!.. gerek yoktu , elzem değildi ;

Cemaatin ‘paralel devlet oluşturma’ çabası olduğu düşüncesinde değilim. Ancak ‘cemaat’ çoğunluk yapısıdır. Bu çoğunluğun kendi içinde bölünüp siyasallaşması mümkün görünüyor ;
Nur Cemaati sadece Sn.Fethullah Gülen demek değildir.  Sn Başbakan hedefindeki Hoca Efendi’ye  ‘sert uslubu’ ile seslenirken aynı zamanda bu cemaatin  ardındaki vatandaşların da fikrini gözeterek değerlerine saygı göstererek  seslendiğini unutmaması gerekir.
Aynı nisbetle cemaat mensupları yıllardır ve AK Partinin oy oranında ve her hizmetinde çok emeğinin olduğunu.
Kurum çatıları  altında birçok vatandaşın emek verdiğini bu kurum ve okullardan aldığı maaşlarla ev geçindirdiğini unutmaması gerekir. Aynı zamanda güvenlikçisinden aşcısına cemaatin birçok kolunda hizmet veren vatandaşı var. Cemaat haricinde de her kesimden  vatandaşının  manevi merkezde buluştuğu noktayı ve verebileceği hasarı iyi tartması gerekir.
Reformu zaruri hale gelen ve vakti de çoktan geçmiş olan eğitimde  nur cemaatine bağlı dershane ya da bağlı okullar rağbet noktası olması dolayısı ile model alınıp uzlaşmacı bir tavır içinde sisteme entegre edilebilir. Taşlar yavaş yavaş devletin yönergeleri ile yerini bulabilir.
Devletin her biriminde farklı düşüncelerden insanlar yer alacaktır. Hatta hiçbir siyasi düşüncesi ve desteği olmayanlar!..80 kuşağında bazı duvarları kırmak adına Nur Cemaatindeki gençler devletin kurumlarında asker ve eğitmen olabilmek için ziyadesiyle sıkıntı çektiler.
Hatta Ak Partinin  isminin ‘Nur’ cemaatinin adı ile eş anlam taşıması sizce sadece rastlantı mıdır?..idealist insanların omuz omuza verilen özgürlükçü bir yaşamın özleminde  bilinçaltının getirisidir. Çünkü bir zamanların şiarıyla, yollar farklı hedef aynı olmalı gerekliliğinden yola çıkılmıştır.
Diğer inançlı insanlarla omuz omuza, bugün Sn başbakanın ‘paralel devlet’ söylemini o günün iktidarı söylerken elimiz kolumuz bağlı boyun eğiyor ve hayıflanıyorduk. O halde AK Parti’nin ve Sn başbakanın  bugün savunduğu ‘paralel devlet’ çabasında  olunduğu fikri ile dejavu yaşanmış olmaz mı?..
Sn başbakanımızın sıkça dile döktüğü üzere “Türkiye kağıttan bir cumhuriyetmidir?..” ki böyle bir çaba olacak ülkenin tepe kısmına kadar uzanacak ama kimse bunu farketmeyecek!..
 Bu bağlamda nur cemaati ve  Ak Parti cemaatin siyasallaşması cemaat adına en doğru adım olacaktır.
Gelinen süreçte hem cemaat mensuplarının haksız ithamlardan korunması için ve hem istediği kamulaşma yönündeki vatandaşlık  hak ve talepleri için. Yeni bir parti kurulması aşamasına gelinmiştir.
kendi adıma olumlu bulduğum  ve ülkenin siyasi haritası adına olması gereken bir gelişme olacaktır. Aksi durumda  AK Parti alternatifsizliği ile  ve yetersiz muhalefet partileri ile Türkiye idaresini  tek partili döneme taşıma yolunda mecburi bir şekilde  yürümeye başlayacaktır. Bu noktada  ülke geleceği adına sağlıklı bir politika güdülemez!..

‘Akil’ ler ve ‘akliselim’ olanlar;  Özellikle magazin dünyasında olan ve hemen hemen her gün sosyal medya da ve basında adları geçen ‘akil insanlara’ neden ihtiyaç duyuldu ve bu günlerde  ne yapmaktalar?..toplumun  değerlerini içeren konularda  nabız olsunlar...milletin mesajını devlet büyüklerine taşısınlar...toplumun sesi olsunlar diye değil miydi?..ya da devletin toplum içindeki bireysel sesi?..
Ancak herhangi bir medya ya da basın organında  sesini  yükselten duyarlı bir yaklaşım ile bir akil gördünüz mü ?..ben görmedim.
Sadece gazeteci yazar Fehmi Koru dışında ancak o zaten akil kadrosunda da olmasa da muhakkak yine bu durumdan konumu ve inancı gereği  muzdarip olup gayret gösterecekti.
Fehmi Koru , Cumhurbaşkanı ve başbakan ile konuşup ardından Pensilvanya’ya Fethullah Hoca Efendi ile görüşmeye gitti. 17 aralık  baskını diye adlandırılan dönemde fikrim o ki  en etkin rolü üstlendi. Henüz yolculuğu pensilvanya’da nihayet bulmadan  ‘beddua’ diye tanımlanan Hoca Efendi’nin konuşma videosu çoktan zihinlere ve klavyelere zuhur etmişti.

Beddua Algı(m)sı :
Henüz du ave surelerin hikmetlerini yeni keşifte iken böylesi bir deddua ile karşı karşıya kaldık. Lanet de olsa bedduadır olmasa da bedduadır. Fakat cümlenin bütünü  ve  mana  üzerinden düşünülecek  olursa ‘muallak bir beddua hayal kırıklığının verdiği bir kahır edebin sınırlarını zorlayan bir yoksunluk halidir!..’çok tabi ve insanidir!

Özetle;
“Bize de nisbet ediyorlar
Dinin ruhuna aykırı birşey yapmışlarsa
Bize de nisbet ediyorlar
Dolayısı ile ben bizi onların içinde görerek diyorum
Dinin ruhuna aykırı birşey yapmışlarsa
Yaptıkları şey kuranın disiplinine aykırıysa
Sünneti sahiyaya aykırıysa
İslam hukukuna aykırıysa
Modern hukuka aykırıysa
Günüm ..demokratik ilkelere aykırıysa
Allah bizi de onları da yerin dibine batırsın!...
.............

‘Bedduada’ ise  sizce kendini de bu gruba eklemesinde Fethullah Hoca  Efendi’nin nasıl bir amacı olabilir. Konuya fıkhi yaklaşmıyorum. Bedduanın şekli nedir ne değildir? Sorularının cevabını arayarak da değil...konuya mana olarak baktığımızda şu çıkar “bana isnad edilen suçlarda en ufak bir girişimim olduysa ben de bu cürmu işleyenlerle  birlikte yerin dibine batayım”
Gerçek anlamda yolsuzluğu yapanlaradır bu itham ve sözler. Hatta o yolsuzluğu yapanlara sebep olanlaradır. Fethullah Hoca’bizatihi kendisine yöneltiyor bedduayı!..ama eğer böyle bir durumun gerçekliği var ise!..
Şimdi kim ne hakla bir başka müslümanı aforoz etme hakkını kendimizde  bulabiliyoruz Üstelik dinimizde böyle bir rütuel söz konusu dahi değilken.



Adalet  ‘Mülkün’ Temelidir;
TC Hukuku  yine gündem dolayısıyla zor bir imtahandan geçiyor. Atamalar görevden alınmanlar. Olası yasal boşluktan olsa gerek cezası devam eden kişiler ve uzun süre içeride olması beklenen kişiler ya da ceza almasına kesin gözü ile bakılanlar. ‘serbest!..’ tam tersi adil yargılanılmadığı düşünülen kişiler içeride!.. bir örnek  Salih Mirzabeyoğlu’dur!.. ikinci ve acı bir örnekse  takipsizlik kararının mutlu etmediği ‘Uludere’ halkının evlatlarının faillerinin ceza almayacak olmasıdır.
Sosyal medyanın ne kadar etkili olduğunun herbirimiz farkındayız!...gezi olaylarından sonra farkındalığımız bir kat daha arttı. Sosyal medyada asıp keserken zannediyoruz ki o kişiyi linç ettik .daha toplum içine çıkamaz!..ya da en ağır hukuki cezayı da alır.
İnsanlar farklı düşüncelerde olabilirler. Bundan daha olağan bir durum olamaz.
Ama hukukumuz ve milletin hukuk anlayışı birbirnden farklı seyir gösterir.
Mehmet Ali Alabora’yı sosyal medyada ithamları ile yerden yere vuran binlere karşı Hukuk hakkında takipsizlik kararı aldı.

Fethullah Gülen HocaEfendi’ye de şimdi aynı girişimde bulunan binler var. Sosyal protestolar elbette  vatandaşlık haklarımızdan. Ancak bunu başkalarının fikirlerine saygı duyarak yapmalıyız. “Ya benim gibi ol ve düşün ya da öl” mantığı çoktan taş devrinde kaldı.
Geneline bakıldığında ; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye için önemli bir siyasetçi ve lider olduğunun bilinciyle ama aynı zamanda Fethullah Gülen Hoca Efendi’nin  yaşamını ve düşüncelerini , cemaat içinden değil ama dışından gözlemleyen biri olarak aydınlık buluyorum!..Benim için ‘NUR’ ya da  ‘AK’  gerçek şu ki Cemaat ve Parti, nazarımda birbirinden sadece  laik  sistem gereği ayrılıyor!..

2/07/2014

SABİ GEÇMİŞİNİZE ÜRYAN DALMAYIN



Yolların ve yılların bitiremediği bir başbakan tanıdık bu yıl!..Yıl boyunca tüm o şarkılarla attığı temellere kurdele kesen bir başbakan gördük!..
Milletimizin bekası adına mutlu olduğum biten projelerdi bunlar.
Her bir vatansever insanımız gibi!..
Dünya ve Avrupa ekonomisi krizin eşiğinde debelenirken doğunun adeta ekonomi meşalesi olduk ve doğu ülkelerine yol gösterir konuma geldik.
Bunun bir göstergesi de güncel örnekle Pakistan’da Sayın başbakan’ın karşılanmasıdır.
Bunlar güzellikler ve istenilesi durumlar, anlar.
Bir de yılı tamamlarken hesap kitap defterleri tam kapansın isteyenler oldu ki işte fenalık o ‘Z’ raporunun çirkin bir hal alması oldu!
Fethullah Hoca ile Başbakanı karşı karşıya getirdiler. Halbuki biz biliyorduk ki Sayın Başbakanın karşısında muhalefet vardı. Fethullah Hoca’nın karşısında bizim bilmediğimiz veya göremediğimiz düşmanları. Çünkü bir taraf dini hayatında merkez edinip yaşamaya çalışırken bir diğeri o merkeze siyaset güzergahını direkt  yansıtmadan yaşayan değerli bir insan. Biri cemaat diğeri politika birbirine taban tabana zıt taban tabana uyuşmayacak olan mefhumlar. Biri insanların dünyevi  huzuru ve refahı için çaba darfederken diğeri uhrevi ebedi aleme insanları hazılamayı borç bilmiş bir değer.
Bu iki güzide insanı karşı karşıya  getiren kim oldu?..işte bütün mesele bu!..ya da neler oldu?

Sayın başbakanın sıkça dile döktüğü ‘paralel devlet’ olayında işeret ettiği muhakkak dershane ve okul yapılanması ve ardından kadrolaşan bir cemaat!.. ancak ne kadar  Sn Erdoğan’a sempati ve saygı duysamda halktan biri olarak sormak isterim‘burada atladığı bir bölüm yok mu?’
Türkiyenin müzmin kaderidir eğitim eksikliği ve eğitim sorunu ;  Fethullah Gülen’in önderliğinde gelişen cemaatin yapmış olduğu dershane ve okul çalışmalarıyla eğitim sistemi kendi kendini tedavi etmeye başlamadı mı? İnsanlar eğitimin kalitesini eksi ve artıları ile ‘nur’cematinin kolejleri ve dershaneleri vasıtası ile anlamış olmadılar mı?
Büyük bir kitleye iş istihdamı sağlanmış olmadı mı?..zamanında her fırsatta müslümanların takdir ettiği sözde laiklerin muhafazakar zihniyetleri ezip geçtiği dönemlerde bu kurs ve okullardan çıkan gençler devletin birçok biriminde dolaylı da olsa muhafazakarların yolunu açmaya çalışmadı mı..yardımcı olmadı mı?.. bu yardımlaşmanın devamında  gelinen noktada  binbir umutla AK partiye binlerce oy birleşmedi mi?..
Sorun şu ki 600 yıllık Osmanlı’da da olduğu gibi Türklerin kaderidir bu tam bir yerlere gelinmeye başlanır dışarıdan çökertilemeyen devlet iç mekanizmaları çürütülerek düşürülmeye çalışılır.
Yazık değil mi yıllardır yurt içi ve yurt dışında yapılan eğitim reformuna!..neden bu anlayış devletin MEB kurumu ile harmanlanıp çatısı altında eritilmez de bütün bir oluşum bir kişiye hapsedilerek ego savaşına sebebiyet verilir. Dış mihrakların oyununa gelinir.
Sn Gülen’in bedduasının yankısı uzun surelí oldu.bunu sosyal medyada fikirsel linç girişimine değin taşıyanlar oldu. Bedduanın şekline bakın”kuran’ın temelinde prensiplerine aykırı bir davranış var ise….diye devam ediyor bu bedduayı neden başta Başbakanımız ve partililer üzerine alırlar. Neden bütün okların hedefi her gün başbakana karşı şahsi küfürlerine devam eden ana muhalefet liderine yönelmez. Gurbette sürgün hayatı yaşayan Fethullah Gülen Hoca Efendi’nin ilerlemiş yaşı kırgınlık ve hayal kırıklığı içinde kolu kanadı kırık bir anında yaptığı vaazın iki dakikasından cımbızla çekilmiş kelimelere yönelir bu öfke okları. Sn Kılıçdaroğlu’nun sesine kulaklarınız mı alıştı sevgili partili arkadaşlarım.
Tüm bunların yanında kendini ‘junyır Tayyip’ ilan eden Sn Sarıgül’ü de unutmamak gerekir. Her adım attığı yerde aleni dini söylem ve eylemlerle halka belediye başkanı evciliği oynuyor. Bu dua ve temennilerde samimi olmadığı o kadar belli ki;
Sonuç; zor günlerdeyiz ama bir o kadar bilinçliyiz ve bu bilinçle oldukça güçlüyüz!..çünkü akıllı ve haklı bir onur taşıyan idareci tarafından yönetilen memelkette yaşıyoruz. Kıymetini bilelim.
ABD’nin  ve Avrupa’nın dev şirketlerinin doğudaki maddi kaynaklarını kaybedişlerinin faturasını  nasıl çıkartmaya çalıştıklarını da farkedelim lütfen!

Bu hengamede ve ülkenin  başbakanının  yıpratılmasına yönelik pskolojik savaşa rağmen Yeni yıl tüm soğuğu ile kuşattı bizleri!..2014 bir önceki yılımızın güzelliklerini alıp tamamlayarak gelsin temennisi ile..hatırlatmak isterim. “sabi geçmişinize üryan dalmayalım!..” 

Her Kitap Başka Bir Yaşam


Edebiyat ağacının kökleri ne kadar sağlam olsada sahip olduğu yelpazenin oluşturduğu  etki her geçen gün daralmak zorunda kalıyor.
Hollanda’da okuma oranı yüzde 6.6 oranında azaldı. Son 6 senedir kitap satışları çok düştü. Kitaplar raflarda kaldı.
Bu Hollanda gibi eğitimi ve dolayısıyla okuma seviyesi yüksek bir toplumda olmaması gereken bir durum.

Panik yapmak için oldukça fazla sebep var;
Son bir kaç yıl içinde bazı yayınevleri yaşadıkları zorluklar sebebi ile kapandılar. Hepsinin ayrı ayrı kapanış hikayesi var. Ancak kapatmayan yayın evleri başka kitap evleri ile  birleşerek çözüm yoluna gittiler. Kitap satış yerlerinin çalışanları ve editörleri işsiz kaldı. Yayınevleri ödeyemedikleri kira masrafları sebebiyle kanal evlerine taşındılar.

Sadece yayıncılar değil kütüphane ve kitap satış dükkanları da krizin oluşturduğu  zarardan  kaçamadı.

Geçen yıl bu soruna dikkat çekmek isteyen bir grup yayınevi sahibi, editör ve  yazar eski bir okul otobüsü ile tura çıktı. Yol güzergahında olan tün yayınevleri ve kütüphaneleri ziyaret ettiler. Leiden ve Middelburg arası yapılan turdaki duraklarda  önemli notlar tutuldu okumalar yapıldı.

Yazarlarda oluşan ortak fikir şu yönde oldu;
Roman öykü ya da şiir edebiyatın önünüze serdiği yollar çok farklıdır.
Roman size sadece gerçek yaşam öyküsü sunmaz ütopik maceralara da  sürükler. Filmlerde o kahramanın öyküsü ya da kılık kıyafeti bir kişiye ya da bakış açısı bir yönetmene bağlıdır. Ancak romanda siz hem yönetmen, hem  imaj danışmanı hem de kahramanı olursunuz. Açılar renkler mekanlar devamlı değişerek sizin zihninizdedir. Okurken keyif alırsınız. Üstelik bu keyif doksan dakika ile sınırlı kalmaz!..
Öykü ve şiir kültürel ve yaşamsal yönünüzü de oldukça zenginleştirir.
Bu bağlamda bütün kitaplar okuyucu için eğitim olduğu kadar  bir maceradır da...

Kitap satışı ve okuyucunun azalmasının birinci sebebi kriz gibi görünse de en önemli sebeplerinden bir diğeri de internetin getirdiği teknoloji trafiği.
Film sektörünün gençler tarafından öncelikli tercihi. Soruna devlet kurumlarının daha hassas çözümler getirmesi bekleniyor.


Şeyda Koç
Tilburg
Zamanhollanda.nl