2/28/2014

KOL KIRILIR YEN İÇİNDE KALIR ya da ....






F.Gülen’in çağrısı;
muallak bir beddua,
 hayal kırıklığının verdiği bir kahır,
edebin sınırlarını zorlayan bir yoksunluk halidir!..

Türkiye siyaseti ya da meclis dendiğinde  düşüncelere ABD  geldiği gibi politikası da dahil oluyor. ABD’nin  ekonomik krizi tüm dünyayı ve  ülkemizi de etkiliyor. Doğuda uygulamış olduğu politikalar ve bunların neticesindeki sıcak savaşlar milletçe bizi bu düşünceden geri koyamıyor.
Memleketimizin süregiden  zor günlerinde mecburi gerçekleşen  istifalar ve atamalarla da gözlerimiz ve kulaklarımız gelecek bir mesaja yöneldi. Amerika her zamanakinden daha sessiz kalmıştı. Ülkemizdeki konsolos herhangi bir görüşme gerçekleştirmedi. Halbuki Gezi eylemlerinde Obama başta  olmak üzere kesin mesajlar almıştık. Dünya basını muhalefet ve iktidarın savaşına yer veririken Amerika devleti en üçlü müttefiki olan Türkiye’nin bu sarsıntılı döneminde fazlasıyla sessiz kaldı adeta köşesine çekildi.
Sonra BM sözcüsü sorulan bir soruyu şu şekil yanıtladı:
"Kesinlikle hayır. Bu saldırıyı temelsiz buluyoruz. Amerikalı yetkililer hakkındaki bu tür iddialara ilişkin kaygılarımızı Türk yetkililere ilettik, bunlar tamamen temelsiz" dedi.

İstanbul merkezli operasyon kapsamında devam eden soruşturmaları yakından izlediklerini belirten Harf, 'Basın özgürlüğü, yargı süreci, adalete etkin erişim gibi konulara ilişkin kaygılarımızı aylardır, yıllardır Türk hükümetine iletmekteyiz. Türkiye ile yakın bir ilişkimiz olduğunu söylemekten başka, bu konuda daha fazla bir yorumum yapmayacağım. Uygun gördüğümüz zamanlarda bu konuları gündeme getirmeyi sürdüreceğiz. Bu, Türkiye'nin bir iç sorunu, biz izlemeyi sürdüreceğiz” diye konuştu.

ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcü Yardımcısı Marie Harf, başka bir soruya verdiği yanıtta da, Türkiye'nin yargı sisteminde şeffaflık, zamanlılık ve adalet için en yüksek standartlara uymasını beklediklerini söyledi.
Nasıl oluyorda “aylardır Türk hükümetine söyledik” dediği bir durum için “bu olayda mudahalemiz olmadı” diyebiliyor.. O hade hangi gerekçelerle TC hukukunun şeffaflığına ya da yargıya karşı aylardır bir takip ve hatırlatma içinde?.. ardından “Türkiye ile yakın  birilişkimiz olduğunu söylemekten başka….” Diyerek sözlerine devam ediyor. Bu açıklama cümlelerin ve onlara yüklenen anlam itibariyle biribiri içinde  oldukça çelişkili ve beynelminel bir açıklamadır.
 Amerika’nın Türkiye iktidarının yani o iktidardaki otoritenin  sarsılması durumunda Doğudaki kazanımları artmaya devam edecektir. Doğu ülkelerine yıllardır uyguladığı ticari ambargolarla büyük gelir elde eden  Amerikan hükumeti , Orta Doğu’ya lider olabilecek bir ülke elbette istememektedir. BM Sözcüsünün  sözlerindeki ‘güçlü müttefikimiz’ derken aslında hedefi belli olan alttaki mesaj  kabaca şudur;
“Türkiye bizim azık ve mızrak torbamız. O torbayı kaptırmayız!..bundan kelli gidin başkanınıza da söyleyin fazla dayılanmasın!” işte en net manada tercümesi budur.
R.Tayyip Erdoğan’da bu çıkmazın içinde memleketin geleceği için samimiyetle çaba sarfeden samimi bir yöneticidir. Onda şüphe yok. Ancak ABD ile NATO dan kaynaklanan birlikteliğimizin sebepiyle aynı zamanda uzun yıllardır dış sermayenin yurt içinde resmi şartnamelere maruz kalmadan yaptığı serbest yatırımlarla devletin gelişimindeki adımlar fazla uzun vadeli olamıyor. Başbakanın ve kurmaylarının ve partiye gerçek anlamda gönül veren prensip sahibi vekillerin  ne kadar özveri ve gayreti olsa da tam  ekonomik sıçrama aşamasına milletce gelip dayandığımızda bir şekilde buna  müsade verilmiyor.(!)


Islatılmış Mektuplar:
Sıvıyağ karışımlı boya ile nam-ı diğer mühür?..
Fethullah Hoca neden böylesi mektuba ihtiyaç duymuş olabilir. Elbette devletin en tepesindeki yöneticinin  şartsız objektif değerlendirebileceğini düşünerek. Mektup eğer Cumhurbaşkanının değil de sn başbakanın eline ulaşsaydı bu adım daha samimi algılanabilirdi. Hoca efendi bunu tercih etmedi.
Süreçte hem Fethullah Hoca’nın bu konuda endişe taşıdığını ve hem de ıslak imzalı mektup göndererek aracı kişilere fırsat vermek istemediğini son olarak yakın bir gelecekte bu mektubun hukuki bir değer taşıyacağının bilinciyle gönderilniş bir mektuptur.
Mektubun en manidar kısmı belki de özü olan seçtiğim kısmı;
“Ayrımcılık ve meşrepçilik gibi hatarlı düşünce ve çirkin işlerin önü alınmazsa yarın Aziz Mahmud Hüdai Hazretleri muhiblerinin, Süleyman Efendi’nin talebelerinin, İlim Yayma Cemiyeti’nin, Menzil mensuplarının ve diğer meşreplerin/mesleklerin de aynı muameleye maruz kalacaklarının” endişesini sayın Hoca Efendi’nin taşıdığıdır.
Aslında vurgulamak istediğim de tam olarak budur!..başbakanın F.Gülen’i  ötekileştirmesinin temelinde şahsi sebepleri güçlü olabilir. Ama kitleleri ardına alarak bunu gündemde taze tutmasının ardında başka sebepler de olabilir..
Topluma yansıyan bu küslüğün faturası takın bir gelecekte yine toplum üzerinde ağır işlenebilir.


   AK  Gönüllerin ve NUR Yüzlerin Ayrışma Serüveni:

Ak gönüllülerin serüveni bundan yıllar ve yıllar evvel başladığında gerçekten ‘gönüllü’ mahiyetini taşıyordu. Yani AK Partiye baş koyanlar partiyi kuran bir kaç ‘ak yürek’haricinde bu denli güçlü ve geleceğe dönük bir parti olacağından emin değildi.
Partiye oy verenler ise gönlü ak geleceğe pak bakmak isteyen muhafazakar insanlardı.
Bu insanlar cemaat , cemiyet ve vakıflar çatısı altında dağılmışken zaman geçtikçe tek güç tek çatı olma yolunda AK Parti çatısı altında birleşmeye başladılar. Gönüllüler o çoğunluğun ortak kararına ve nihayetinde kitlelere ulaşınca yadsınamaz bir gerçeklikte  ortaya çıkmış oldu.Muhafazakar birliğin oluşturduğu  ticari döngüde sermaye ülke sınırlarını zorlayan adil bir yönetime dönüşebiliyordu.
Siyasi ya da ticari ya da kurumsal olsun her kabul edilmiş gücün getirdiği  sorunların başında tabiki ‘kapital kaynaklar’ ve bunların oluşturduğu beşeri ilişkiler temeller geliyordu…geldi de !..
Sn başbakanımıza birinci dereceden  bağlı kişiler geçmişte başkanları ile bu yola baş koyduklarından ,gönül birliği yaptıklarından olsa gerek detayları kendisine bildirmediler. Başbakanımızda aynı güven ile sorgulama endişesi taşımadı!..
Ama AK Parti’nin gönüllü ve kalbi yolculuğu kompozisyonun başıydı. O safiyane girişi bir çok badire ile ya da basitçe acı gerçeklerle yaşaya yaşaya eritmişler gelişme bölümüne gelmişlerdi. Yani burokrasi ve hukukun üstünlüğü!..işte tam bu noktada farkedildi ki  yıllardır yola çıkan taşları temizlemeye çalışırken,konunun gelişme bölümünde koşarak yol alırken ihmal ettikleri gerçek su üstüne çıkmıştı. Hem de kendi elleri ile kendi çarkları içindeki kendi insanlarıyl. Demokrasi detayları ile bir bütündü!

Burada acaba bu koşu ya da kompozisyon sonuca yakın mı diye düşüncesi hasıl olabilir.
Sn başbakanın  kabinedeki yaptığı değişiklik çok gelecekte beklediğimiz siyasi reformlar adına çok yerinde bir adım oldu. Satranç ustası gibi hamlelerini gerçekleştirdi. Tek sorun cemaat liderini muhalefet başkanı ya da savaşta karşı komutanmışcasına egosu yüksek bir gerilime taşıması,taşıtması!.. gerek yoktu , elzem değildi ;

Cemaatin ‘paralel devlet oluşturma’ çabası olduğu düşüncesinde değilim. Ancak ‘cemaat’ çoğunluk yapısıdır. Bu çoğunluğun kendi içinde bölünüp siyasallaşması mümkün görünüyor ;
Nur Cemaati sadece Sn.Fethullah Gülen demek değildir.  Sn Başbakan hedefindeki Hoca Efendi’ye  ‘sert uslubu’ ile seslenirken aynı zamanda bu cemaatin  ardındaki vatandaşların da fikrini gözeterek değerlerine saygı göstererek  seslendiğini unutmaması gerekir.
Aynı nisbetle cemaat mensupları yıllardır ve AK Partinin oy oranında ve her hizmetinde çok emeğinin olduğunu.
Kurum çatıları  altında birçok vatandaşın emek verdiğini bu kurum ve okullardan aldığı maaşlarla ev geçindirdiğini unutmaması gerekir. Aynı zamanda güvenlikçisinden aşcısına cemaatin birçok kolunda hizmet veren vatandaşı var. Cemaat haricinde de her kesimden  vatandaşının  manevi merkezde buluştuğu noktayı ve verebileceği hasarı iyi tartması gerekir.
Reformu zaruri hale gelen ve vakti de çoktan geçmiş olan eğitimde  nur cemaatine bağlı dershane ya da bağlı okullar rağbet noktası olması dolayısı ile model alınıp uzlaşmacı bir tavır içinde sisteme entegre edilebilir. Taşlar yavaş yavaş devletin yönergeleri ile yerini bulabilir.
Devletin her biriminde farklı düşüncelerden insanlar yer alacaktır. Hatta hiçbir siyasi düşüncesi ve desteği olmayanlar!..80 kuşağında bazı duvarları kırmak adına Nur Cemaatindeki gençler devletin kurumlarında asker ve eğitmen olabilmek için ziyadesiyle sıkıntı çektiler.
Hatta Ak Partinin  isminin ‘Nur’ cemaatinin adı ile eş anlam taşıması sizce sadece rastlantı mıdır?..idealist insanların omuz omuza verilen özgürlükçü bir yaşamın özleminde  bilinçaltının getirisidir. Çünkü bir zamanların şiarıyla, yollar farklı hedef aynı olmalı gerekliliğinden yola çıkılmıştır.
Diğer inançlı insanlarla omuz omuza, bugün Sn başbakanın ‘paralel devlet’ söylemini o günün iktidarı söylerken elimiz kolumuz bağlı boyun eğiyor ve hayıflanıyorduk. O halde AK Parti’nin ve Sn başbakanın  bugün savunduğu ‘paralel devlet’ çabasında  olunduğu fikri ile dejavu yaşanmış olmaz mı?..
Sn başbakanımızın sıkça dile döktüğü üzere “Türkiye kağıttan bir cumhuriyetmidir?..” ki böyle bir çaba olacak ülkenin tepe kısmına kadar uzanacak ama kimse bunu farketmeyecek!..
 Bu bağlamda nur cemaati ve  Ak Parti cemaatin siyasallaşması cemaat adına en doğru adım olacaktır.
Gelinen süreçte hem cemaat mensuplarının haksız ithamlardan korunması için ve hem istediği kamulaşma yönündeki vatandaşlık  hak ve talepleri için. Yeni bir parti kurulması aşamasına gelinmiştir.
kendi adıma olumlu bulduğum  ve ülkenin siyasi haritası adına olması gereken bir gelişme olacaktır. Aksi durumda  AK Parti alternatifsizliği ile  ve yetersiz muhalefet partileri ile Türkiye idaresini  tek partili döneme taşıma yolunda mecburi bir şekilde  yürümeye başlayacaktır. Bu noktada  ülke geleceği adına sağlıklı bir politika güdülemez!..

‘Akil’ ler ve ‘akliselim’ olanlar;  Özellikle magazin dünyasında olan ve hemen hemen her gün sosyal medya da ve basında adları geçen ‘akil insanlara’ neden ihtiyaç duyuldu ve bu günlerde  ne yapmaktalar?..toplumun  değerlerini içeren konularda  nabız olsunlar...milletin mesajını devlet büyüklerine taşısınlar...toplumun sesi olsunlar diye değil miydi?..ya da devletin toplum içindeki bireysel sesi?..
Ancak herhangi bir medya ya da basın organında  sesini  yükselten duyarlı bir yaklaşım ile bir akil gördünüz mü ?..ben görmedim.
Sadece gazeteci yazar Fehmi Koru dışında ancak o zaten akil kadrosunda da olmasa da muhakkak yine bu durumdan konumu ve inancı gereği  muzdarip olup gayret gösterecekti.
Fehmi Koru , Cumhurbaşkanı ve başbakan ile konuşup ardından Pensilvanya’ya Fethullah Hoca Efendi ile görüşmeye gitti. 17 aralık  baskını diye adlandırılan dönemde fikrim o ki  en etkin rolü üstlendi. Henüz yolculuğu pensilvanya’da nihayet bulmadan  ‘beddua’ diye tanımlanan Hoca Efendi’nin konuşma videosu çoktan zihinlere ve klavyelere zuhur etmişti.

Beddua Algı(m)sı :
Henüz du ave surelerin hikmetlerini yeni keşifte iken böylesi bir deddua ile karşı karşıya kaldık. Lanet de olsa bedduadır olmasa da bedduadır. Fakat cümlenin bütünü  ve  mana  üzerinden düşünülecek  olursa ‘muallak bir beddua hayal kırıklığının verdiği bir kahır edebin sınırlarını zorlayan bir yoksunluk halidir!..’çok tabi ve insanidir!

Özetle;
“Bize de nisbet ediyorlar
Dinin ruhuna aykırı birşey yapmışlarsa
Bize de nisbet ediyorlar
Dolayısı ile ben bizi onların içinde görerek diyorum
Dinin ruhuna aykırı birşey yapmışlarsa
Yaptıkları şey kuranın disiplinine aykırıysa
Sünneti sahiyaya aykırıysa
İslam hukukuna aykırıysa
Modern hukuka aykırıysa
Günüm ..demokratik ilkelere aykırıysa
Allah bizi de onları da yerin dibine batırsın!...
.............

‘Bedduada’ ise  sizce kendini de bu gruba eklemesinde Fethullah Hoca  Efendi’nin nasıl bir amacı olabilir. Konuya fıkhi yaklaşmıyorum. Bedduanın şekli nedir ne değildir? Sorularının cevabını arayarak da değil...konuya mana olarak baktığımızda şu çıkar “bana isnad edilen suçlarda en ufak bir girişimim olduysa ben de bu cürmu işleyenlerle  birlikte yerin dibine batayım”
Gerçek anlamda yolsuzluğu yapanlaradır bu itham ve sözler. Hatta o yolsuzluğu yapanlara sebep olanlaradır. Fethullah Hoca’bizatihi kendisine yöneltiyor bedduayı!..ama eğer böyle bir durumun gerçekliği var ise!..
Şimdi kim ne hakla bir başka müslümanı aforoz etme hakkını kendimizde  bulabiliyoruz Üstelik dinimizde böyle bir rütuel söz konusu dahi değilken.



Adalet  ‘Mülkün’ Temelidir;
TC Hukuku  yine gündem dolayısıyla zor bir imtahandan geçiyor. Atamalar görevden alınmanlar. Olası yasal boşluktan olsa gerek cezası devam eden kişiler ve uzun süre içeride olması beklenen kişiler ya da ceza almasına kesin gözü ile bakılanlar. ‘serbest!..’ tam tersi adil yargılanılmadığı düşünülen kişiler içeride!.. bir örnek  Salih Mirzabeyoğlu’dur!.. ikinci ve acı bir örnekse  takipsizlik kararının mutlu etmediği ‘Uludere’ halkının evlatlarının faillerinin ceza almayacak olmasıdır.
Sosyal medyanın ne kadar etkili olduğunun herbirimiz farkındayız!...gezi olaylarından sonra farkındalığımız bir kat daha arttı. Sosyal medyada asıp keserken zannediyoruz ki o kişiyi linç ettik .daha toplum içine çıkamaz!..ya da en ağır hukuki cezayı da alır.
İnsanlar farklı düşüncelerde olabilirler. Bundan daha olağan bir durum olamaz.
Ama hukukumuz ve milletin hukuk anlayışı birbirnden farklı seyir gösterir.
Mehmet Ali Alabora’yı sosyal medyada ithamları ile yerden yere vuran binlere karşı Hukuk hakkında takipsizlik kararı aldı.

Fethullah Gülen HocaEfendi’ye de şimdi aynı girişimde bulunan binler var. Sosyal protestolar elbette  vatandaşlık haklarımızdan. Ancak bunu başkalarının fikirlerine saygı duyarak yapmalıyız. “Ya benim gibi ol ve düşün ya da öl” mantığı çoktan taş devrinde kaldı.
Geneline bakıldığında ; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın Türkiye için önemli bir siyasetçi ve lider olduğunun bilinciyle ama aynı zamanda Fethullah Gülen Hoca Efendi’nin  yaşamını ve düşüncelerini , cemaat içinden değil ama dışından gözlemleyen biri olarak aydınlık buluyorum!..Benim için ‘NUR’ ya da  ‘AK’  gerçek şu ki Cemaat ve Parti, nazarımda birbirinden sadece  laik  sistem gereği ayrılıyor!..

Hiç yorum yok: