Koca bir şehirde yalnız bir kadın olmak zordur
arkadaşım. Zor ve riskli!..
Zor olması maddi koşullarının refah düzeyde olmasını
sağlamak adına zordur. Riskli olması ise şehir hayatının getirdiği
keşmekeşlikte kendine bir soluk alma molası arayan erkekler için cazibe merkezi
olursunuz.
Hele bir de benim gibi üç yaşında bir kızınız varsa ve
aileniz çoktan sizi terk etmişse!..
Saatleriniz ailenizi sizi neden terk ettiğinin
muhasebesi ile geçerken, bir yandan da keşke bir teyzesi olsaydı, bakıcı yerine
o alırdı çocuğumu kreşten diye hayıflanır durursunuz.
“Gizem!.. Merhaba”
“Merhaba canım”
“Ee.. Duymuyorsun ama, kaç kez seslendim arkandan”
“Evet dalmışım ya.. Affedersin”
Aynı büroda çalıştığım
Fahriye, o her zamanki pür telaş hali ile yetişmişti bana. Görmezden
gelmem işe yaramamıştı yani!..
“Nasıl gidiyor Gizem?”
“Ne nasıl gidiyor?..”
“Hani şu geçen kuzeninin seni görüştüreceği bey ile ne
oldu?..”
“Aman yok yahu!.. Adam kendine eş değil para akarı
arıyor.”
“Nasıl?..” dedi şaşkınlık ve merakla Fahriye..
“Maaşım neymiş. Kaç senedir aynı iş yerindeymişim.
Çocuğumu devlet okulu mu özelde mi okutmayı düşünüyor muşum...”
“Bak sen paspoloza, kendi ne iş yapıyor ki?..”
“ Elektrik teknisyeni, belediyede çalışıyor. Maaşı iyi.
Aileden kalma dükkanı da var. Ama ben bunları zaten kuzenimden öğrenmiştim.
Sorma gereksinimi duymadım. O herhalde duyduklarını teyit etmek istedi.”
“Vay uyanık vay!.. Böyleleri çoğaldı anacığım. Ben niye
evlenemedim; işte hep bu sözde modern
erkekler yüzünden. Karı koca birlikte çalışmalıymış artık, hayat şartları
zormuş.”
“Hey gidi, rahmetli babamı düşünüyorum da, annemin eve
katkı olarak ördüğü dantellere bile dakikalarca söylenir kızardı: “Sen
çocuklarınla ilgilen, senin getireceğin paranın bereketi mi olur…” derdi.”
“O adamlar artık yaşamıyor canım, ya da evrim
geçirdiler . Unutalım biz o eski romantik, sevdiğine kıyamayan erkekleri. Tamam
kadın çalışmalı, bunun için çok sebebimiz var. Ama çalışması dayatılmamalı.”
Sabah sabah yine beni güldürmeyi başarmıştı Fahriye.
Bunalım düşüncelerimden farkında olmadan sıyrılmıştım. Aslında iyi kızdı şu
Fahriye, ama daha çok çenesinden kaybediyordu.
Yine yoğun bir günün akşamında bürodan çıktığımızda bu
kez Fahriye’ye yakalanmamak için erken çıkmış, alt katta bulunan cafede bir
akşam kahvesi içmiştim. Çünkü çalıştığım
muhasebe bürosunda artık akşama yetecek ne kafa kalıyordu ne enerji…
Camdan Fahriye’nin acele acele gidişini seyrettim.
Muhtemelen bana yetişme telaşında koşturuyordu.
Aniden ağır dükkân kapısının sesli bir şekilde
kapandığını duydum. Kahvemden bir yudum daha alırken içeri girmekte olan bey
kolundaki saate bakıyordu. Bir masaya ürkek ilişti. Yanına gelen garsona “Demli
bir çay lütfen’ dedi.
Gayri ihtiyari dalmıştım. Önüne konan ince belli çay bardağına doğru
bakarken çay kaşığını çıkarıp dışarı koydu. Belli ki şekersiz çay içiyordu.
Üzerindeki yağmurluk sonbahar için uygun olmasına rağmen demode duruyordu.
Sanki yaşı daha gençti. Ama zevkinin kıyafetine yansıması olgun yaş imajı
veriyordu. ‘Bu adam olsa olsa benim yaşlardadır’ diye düşündüm. Çünkü
kahverengi saçları gür ve temizdi. Belli ki temizliğe önem veriyordu. Elleri
aynı şekilde narin ve tırnakları bakımlıydı. Ellerinden eğitimli biri
olabileceğini düşündüm. Ağır iş insanı olmadığı belliydi. Çaya kitap okur gibi
bakıyor, bir yandan da saatine göz atıyordu. Birazdan kapı açıldı. Oldukça
güzel, havalı ve kumral bir bayan içeriye girdi. Masaları benim çaprazımda
olduğundan, ikisinin yüzlerini de rahatlıkla görebiliyordum. Adamın yanına
yaklaşan bayan tokalaşarak kendini tanıttı. Sesler net değildi. Aramızda başka
masalar ve insanlar çoğalmıştı… O an tanışıyor oldukları belliydi.
Ancak adam ayakta nezaketle karşılamasına ve ceketini
çıkarmasına yardımcı olmasına rağmen bu güzel bayanda aynı nezaket
hissedilmiyordu. Gayet muzip ve tepeden bakan bir tavırla adamı süzüyor.
Dediklerine önemsiz bir şekilde kafa sallıyor ve çoğunca camdan dışarı
bakıyordu.
Adam garsonu çağırmak istedi. Kadın engelledi. Belli ki
bir şey içmeden acele ile iş görüşmelerini tamamlamak istiyordu. Belki ticari
belki kültürel merkezde bir iş buluşması diye düşündüm. Kahvemin bittiğini fark
etmemiştim. Genç garson hatırlattı.
“Başka bir arzunuz var mı hanımefendi”
“Evet daha sonra lütfen” dedim. Masada bulunan derginin
sayfalarını açıp okuyor gibi yapıyor, bir yandan da nedense dikkatime takılan
bu beyi izlemek istiyordum.
Kadın toparlandı. Adam yine beyefendi hâli ile bayanın
ceketini tuttu. Ve tokalaşarak onun gitmesini bekleyip yeniden oturdu. Garsona
bir el işareti yaptı.
Ben de artık gideyim diye düşünüyordum. Dergiyi ve
çantamı toparladım. Ancak merakım hâlâ geçmemişti. İlginç bir görüşmeydi ve çok
da bir şey belli değildi. Zaman geçtikçe Fahriye’ye mi benzemeye başlamıştım.
Tam kalkacakken garson yanıma gelip;
“Çayınız hanımefendi” dedi.
“Ben çay istemedim ki?..”
“Şu bey sizin için ikramda bulunmamızı istedi.
Buyurun!..”
Yerime adeta ani bir emir almışçasına oturdum.
Şaşkınlıkla, aynı beyefendiye bu kez direkt baktım. Aman Allah’ım, o da bana
bakıyordu. Korktuğum başıma geldi. Kalktı, bana doğru gelmeye başladı Ne
diyeceğim ben şimdi yahu!. Anladı tabii, sabahtan beri adamı dikizliyorum. Soracak olsa ne cevap verebilirim.
“Merhaba adım
Emin!” dedi elini uzatırken…
Uzattığı ele karşılık verdim.
“Adım Gizem”
Meraklı bakışlarıma acele ile yanıt verdi.
“Adını biliyorum Gizem. Ama ne ilginç tesadüftür ki,
sen bugünü buldun benim varlığımı fark etmek için…”
Daha çok şaşırmıştım.
“Anlamadım?”
“Sen demek istiyorum… İzin verirsen; izin ver
anlatayım.”
Bu nezaket sahibi kibar beyefendi sesi ile öyle güven
vermişti ki. Kayıtsız kalamadım.
“Elbette, lütfen!..”
“Her sabah aynı yol üzerinden işe gidip geldiğini
biliyorum. Aslında ben de sana çok uzak olmayan bir yerde oturuyorum. Ve her
sabah aynı otobüs durağında aynı istikametteki otobüse biniyoruz. Hatta çoğu
arkanda ya da ön koltuğunda oturduğumdan, arkadaşın Fahriye ile konuşmalarına
da kulak misafiri oluyorum. İstemeden diyelim.”
Yüzündeki muzip tebessümü fark etmiştim.
“Senin kısmen hayatından ve sıkıntılarından hatta
kuzeninin devamlı seni tarzın olmayan beyefendilerle görüştürdüğünden kısmet
aradığından da!..”
Utanmıştım. Bulunduğum yerde şöyle bir doğruldum.
“Rahatsız olma lütfen. Senin her sabah aldığın gazeten
ve kimi zaman otobüste okuduğun kitaplardan tarzının ve düşüncelerinin de
farkındayım. Evlilik meraklısı biri olduğunu düşünmedim hiç. Bilmem hatırlıyor musun?.. Bir gün kızınla parkta kuşlara
yem veriyordunuz. Yaşlı bir teyze yanına oturdu. Kızınla ve ailenle ilgili
seninle muhabbet etti. Geçen ay?..”
“Evet . çok şeker bir kadındı.”
“O şeker kadın benim annemdir. O da senin kuzenin gibi
devamlı bana bir kısmet bulma endişesiyle işgüzarlıklar yapar. Ben de vakit
değerlendiriyor diye bir şey demiyorum avunuyor. Artık yaşlandı ve haklı olarak
tek çocuğunun mürüvvetini görmek istiyor. Bugün buluştuğum bayan da yine
annemim aracı olduğu bir arkadaşının torunuydu. Ancak hem kişilik ve hem yaş itibariyle,
sen de fark etmişsindir, bir uyum söz konusu değildi. Konusunu bile açmadan
vedalaştık. Şansım o ki, o da aynı fikirdeydi. Biraz demodeyim sanırım.’
İster istemez gülümsedim. O devam etti:
‘Ama ben seni, annemin ısrarı ile ara sıra aynı yol güzergâhında
takip etsem de, ilginç olan o ki sen beni daha yeni fark ettin. Uzun zamandır seni tanıyorum. Ama sen beni
bugün… Sence bu tesadüf mü?..”
‘Giyim tarzınızı ve duruşunuzu gizemli buldum galiba.
Çekingen hâliniz ve sıkıntılı bekleyişiniz...
Kendimi fazla kaptırdım sanırım. Kendimce ne senaryolar ürettim.
Açıkçası bugün buraya uğrama sebebim, Fahriye’den kaçmaktı. Kendimi sıkıntılı
ve yalnız hissettiğim bir dönemdeyim.’
“Ben de Gizem. O sebepten sıkıntılarımızı her akşam bu
masada seninle çay içerek paylaşmak isterim. Bırakalım birileri bizim için çaba
sarf etmesin. Belki biz kalben aynı türküde buluşabiliriz. Merhem oluruz
birbirimize.’
“Oluruz
da Emin. Siz kimsiniz?”
“Ben Emin Kar, ş
airim. Bu şehri ‘yalnız insanlar şehri’nden kurtarmak için adadım tüm şiirlerimi. Benim en güzel şiirim olur musun, Gizem?..”
‘Şu sosyal medyada profil bilgimde beni tanıtan
dizelerin sahibi Emin misiniz yoksa?’
“Hangi dizelerim?
Merak ettim şimdi?”
“Çayda şekerim olacaksa, anlatırım ?”
“Sen istersen olur. Katlanırım!..”
“Şiirini benim okumama mı?”
“Tabii ki şekerli çaya!..”
“Tamam o zaman Emin; ben şiirini okuyayım. Sen bak
bakalım, güzel okuyor muyum. Sonra ‘dünyamızı süsleyip süsleyemeyeceğimiz’i
düşünebiliriz!..”
“Öyleyse dinliyorum Gizem.”
Yorgun hayatın cümlelerinden
sıyrılıp gelen
Bahçemde soluklan dinlenirsin
Sözümde mühür olur
kelimelerin
Akşam güneşinin gömüldüğü
yerde
öykü
şeyda Koç
Sen Tara Saçlarımı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder