1/06/2015

Damatların En Güzeli



Gökyüzünün davetkâr şehri İstanbul, hazır mısın büyük güne; ben o senin nazlı sevgilin. Bekliyorum bıraktığın yerde. Kolların ejderha gibi yedi tepeden sarmış mavi ovasını, ki içinde balıklar yunuslarla oynaşır.
Düğünümüzün hayaliyle avunuyorum. Beylerbeyi’nin sahilinde üzerimde gelinliğimle seni beklemenin tahayyülündeyim. Düğünümüz Kanlıca’nın tepesinde kır düğünü olsun; hemen önce Kanlıca yoğurdu yiyelim. Ama benim yoğurt kasem bol pudra şekerli olsun. Oradan Fethi Paşa Korusu’nda yorgunluğumuzu dinlendirelim. Uzanırken Mihrimah’ın gözdesine, uğrayalım Üsküdar Camii’ne, iki rekat namaz kılalım, sünnettir. Salınırken Salacak’ta Kız Kulesi’ne doğru gelin telli arabamızdan,  Şemsipaşa Camii’ne el sallarız. İskele sancak derken, ver elini mavi yolculuk… Gülümsesin bize, yalıların göz göz odalarından zengin ama yalnız kalpler. Kıskansınlar, akşamında olacak düğünümüzü!..
Rumeli Kavağı’na  giderken vapurun köpüklerinde anılarımızı yad edelim. Uzun yıllar önce Üsküdar’ın dar sokaklarının ahşap evlerinde yaşamış olan nine ve  dedelerimize dua etmeyi ihmal, aman ha, etmeden.
Gün batımının sahil evlerinin camlarını ne de güzel kızıla boyadığını fark ettin mi?..  Rumeli Kavağı’na  doğru  yüzyıllık akıntınla sürüklenme vakti şimdi. 
Vardık mı kavaklara, dur, az soluklanalım. Vapur sirenini çalarken sabırsızlıkla bekleşen balıkçılara da selâmı sen ver. Ben o anda duvağımı düzeltiyor olacağım… Eteklerimde akşam üzeri yakamozları  dolanacak, onlara gülücükler atacağım.
Elli yıllık balıkçıda beş lokma lüfer yerken çıtır tadına, senin gözlerine bakarken, bakmanın keyfi ile varacağım. Boğazın turkuaz ve zümrüt gerdanlığını  izlerken, güneş birkaç saat sonra bizden ayrılacak olmasının telaşına düştü… Dönüşümüz kalenin eteklerinden olsun. Mahallelerin sağır sokaklarını tercih edelim; hani şu arka sokaklarda dolu dolu yaşanan, ama sesini duyuramayan olanlarından. Belki Sarıyer’in sarmaşıklarına dolanırız ama ıhlamur ağaçlarının serinliği iyi gelir.
Çocukluğumu hatırladım şimdi; Sarıyer Plajında sepetinden leblebi tozunu çıkarıp veren annemi, ‘üç kuruşa git, iki gazoz al’ diyen babamı!.. Gazozun baloncuklarında büyüyen ilk gençlik yıllarımı. Hemen şu tepeden devasa salıncakta arkadan habersizce iten komşu çocuğu Can’ı, ağaçlar mı çok büyüktü, ben mi çok küçüktüm dersin, ayağımın altındaydı koca göğün  serilirken İstinye’ye...
Sonra kış olurdu. Üşürdü ayaklarım. Ablalarım okulda ya, tek başıma nasıl oynarım. Dönerdim eve televizyonda ‘Hacivat, Karagöz’, elime sıkıca tutturulmuş bir bardak süt! Şimdi gelinliğim süt rengi ve sıcak. En az senin kadar, yedi kolun kadar sıcak ve en az senin hâlâ direnen cumbalı evlerin ve konakların kadar!..
Bugün Eminönü  tren garının eşiğinden beklemeden atlayıp, hızla Yedikule sokaklarında selâm verelim rutubet kokan sonradan kıyılmış mimarisine!.. Zindanlar boş şimdi.
Kadınlar ellerindeki çekirdekten ikram eder belki.  Taksim’e yol alırken gördüğüm güzel kızdan bir buket gül alalım. Gül koksun ellerimiz. Cihangir… Cağaloğlu, Sultanahmet’te bir nargile içelim. Turistlerin kocaman gözlerinin halıları nasıl taciz ettiğini seyrederken de gülelim azıcık.
Belki Topkapı’da bir hatıra fotoğrafı çektiririz. Yerebatan Sarnıcı’nda gelinliğimin dantelli eteklerini serinletiriz. Acelemiz var, malûm kır düğünümüzün mahyaları yanmıştır.
Beşiktaş’ta kuşlara yem atıp vapurla geçmeli Üsküdar’a, ki gelinim ya bugün, gönlüm şen olsun!..
Usul usul kalkan vapurun, köpüğünde buluşalım seninle. Martılar voltada henüz. Seyreyler kız bizi tac-ı kulesinden. İstanbul’un göğsüdür nihavent. Akar gider göğünden hicazkâr. Çayın yudumunda kayboluveririz.  Demli çayın yüzeyinde kavuşan iki dem olalım. Tekrar  kucaklarken bizi Üsküdar!..
Unutma ama sevgili, seninle tanıştığımız günü,  o gün yağmurluydu; şimşeklerin arasından gülümseyerek yüzümü okşamanı ve kokunla beni mest ettiğinin sabah saatleriydi. Ellerimden tutmadın, nezaketinden olsa gerek. “Hiçbir bayanı rahatsız etmedim, bugüne kadar” demiştin. Ama  yağmur damlaları gözlerimin önünden geçiyorken, öyle güzel görünüyordun ki!.. Yağmur sonrası gök kuşağının altından o gülümsemeni hiç unutamam.
... Ve seni tanıdığımın ilk  bahar mevsimiydi; laleler sermiştin önüme Hidiv Kasrı’ndaki ilk buluşmamızda!.. Sonra  Beykoz’a indiğimiz sabahı hatırlıyorum. Çengelköy simidini alıp oturduğumuz koyda, bana kadim şiirlerini fısıldayışını...
Benim yerimde hangi kadın olsa, sana aşık olurdu. Öyle güzeldin ki, Mısır’ın Sultanı Yusuf seni tanısa, o dahi kıskanırdı güzelliğini...
Şimdi  hadi elimden tut sevgili, yeter sustuğun; insanlar bizi bekliyor.
Düğün sabahında vuslatın dakikası hâlâ donmuşken, salalar hoş geldi ezanların peşinden!.. Halbuki yer gök çınlıyordu sevgimizden. Boğazına kadar dökülen gözyaşların baharın neşesi içinde adeta beni  kıskandırıyordu.
Beyaz gelinliğimin şekli değişti ama rengi değişmedi.  İşte şimdi sevmiştin beni. Kalpten sevdiğini şimdi anlamıştım. Hep o deli gibi beklediğim aşk sözlerini şiirler ve şarkılar olmadan ilk kez söyledin bana, ilk kez sevgiyle almıştın kollarına. 
“Şimal rüzgarına kapılıp,  imbatın esintisi ile savrulurken düşmüştün  kollarıma…’
Bir zamanlar henüz sen yoktun ve adanmışlıklar; Ruhunun zemzemine hasretti dudaklarım.  Bir serapsın ki, düşlerim aldanır. Aldanmak için midir seraplar?..
Ey en güzel gelinim şimdi uğurluyorken seni,              göz kapaklarında nazının izi var.
Düğünün sabahında kim terk eder yârini. Saçlarından akan kederin ayaklarıma dolanır. Beyazıt Meydanı’nda al gözlü güvercinler uçuşurken, ressamın fırça darbeleri donar. Med cezirden ibaretti dün yaşananlar. Oysa yıldız yıldızdı, senin için biriktirdiğim masallar. Dinlemelisin; aç gözlerini!.. Son kez bak göğsümün göğüne; son kez bak gözlerime!..
Bereketimle kavrulmuş şairler gözleri kapalı düşlüyorken beni, sen nazlı göz kapaklarında neyin seyrindesin!..
Kalbim Galata’da atıyor. Buselerim Emirgan’da, daha ninnilerim var söyleyeceğim sana...
Gözleri cennet sevgili.  Tenin gülsuyu ile yıkandığından beri, elimi sürmedim sana. Zakkumlar dökülürken gül dudağına, veda busesi verememenin çilesi ne büyüktür, bilir misin?.. Onurumla bin yılları deviririm de, sevdana on saat yetemedim. Ey rüyası maşuku olan hazır mısın?.. Ardından gurbetinin sokakları yıkanıyorken sılana kavuşmaya. Kendi ellerimle kendime gömüyorum seni. Kutsal hazinem, kıymetlim!..”
Aşiyan hiç bu kadar coşmamıştı. Zakkumların selâm durduğu yoldan Fatihalar, Yasinler eşliğinde sarmaladın beni. Ebedi mutluluk evimize taşırken...
Kokunla yoğrulma zamanı ya şimdi; unutma beni!.. Üzerime yağmaya devam et, yaprakların eksik olmasın toprak çatımın üstünden. Ellerinle ara sıra boğazdan su çiseleri at bana. Lodos’un korkutmasın.  Gemiciler  küser sonra!..
Halbuki ne güzel bir hayat yaşamıştık seninle, el ele göz göze; tıpkı düğün arifesindeki günümüz gibi.
Damatların en güzeli, baharım sende dondu. Ama sen ne güzel doğmuştun bana. Ey şehr-i âlâ İstanbul!..

öykü
şeyda Koç
Sen Tara Saçlarımı














Hiç yorum yok: