6/15/2010
LALE DEVRİ
Ferhat ünlü bir nakkaştır. Sultan Mehmene Banu'nun, kızkardeşi Şirin için yaptırdığı köşkün süslemelerini nakşederken Şirin'i görür ve birbirlerine sevdalanırlar. Ferhat, sultana haber salarak Şirin'i istetir. Ancak sultan, kızkardeşini vermek istemez ve Ferhat'ı oyalamak için Elma Dağı'nı delip şehre su getirmesini şart koşar. Ferhat, aşkından aldığı güçle dağları deler. Bunu gören sultan, Şirin'i Ferhat'a vermemek için yaşlı dadısını göndererek, Şirin'in öldüğü haberini ulaştırır. Ferhat, bu acı haber üzerine, elinde tuttuğu kazmayı havaya atar, düşen kazma Ferhat'ın başına isabet eder ve Ferhat orada yaşamını yitirir. Acı haberi alan Şirin korku içinde olayın geçtiği kayalığa gelir.
Ferhat'ın kanlar içinde yatan cansız bedenini görünce bu acıya dayanamaz ve kayalıklardan atlayarak canına kıyar. Bu olaydan sonra Ferhat'tan akan her kan damlası onun Şirin'e olan ölümsüz aşkını göstermek için kan kırmızısı renkteki lalelere dönüşür. İşte o gün bu gündür kırmızı laleler Ferhat'ın Şirin'e duyduğu ölümsüz aşkı simgeliyor.
OSMANLI DAN AVRUPA YA LALE NIN DOĞUŞU…
Lalenin öyküsü günümüzden bin yıl önce Anadolu'da başlıyor. Bu bitkinin herkes tarafından tanınmasındaki en büyük rolü Osmanlı İmparatorluğu oynuyor. Yaklaşık olarak 11. yüzyıldan beri Türkler tarafından yetiştirilen lalelerin, Avrupa kıtasına yolculuğu, batılı seyyahların Osmanlı İmparatorluğuna yaptıkları ziyaretler sonucunda yaklaşık 16. yüzyılda başlıyor. Hollanda'daki lalelerin öyküsüyse 1593 yılında Carolus Clusius adlı botanikçinin Hollanda'daki Leiden Üniversitesi'nin botanik bahçesinin müdürü olmasıyla başlıyor. Daha önce Prag ve Viyana'da tıbbi bitkileriyle çeşitli çalışmalar yaparak ün salan Clusius'a o dönemde Kanuni Sultan Süleyman'ın büyükelçisi De Busbecq tarafından, ilk lale soğanları hediye ediliyor. O da Avusturya'da tanıştığı laleleri daha sonra Hollanda'ya götürüyor ve Hollanda'da yazdığı kitapta ilk kez lalelerden bahsedilmiş olunuyor.
ÇİÇEĞİN SANATA YANSIMASI
Bir toplumun ruh halini anlamak için, o toplumun uğraşlarına bakmak gayet mantıklı olabilir. Lâle sevgisinin özellikle Osmanlı Devleti’nin çöküş döneminin, en gösterişli zamanında bir tutku haline gelmesi sosyolojik açıdan değerlendirilmesi gereken bir konudur. Halk ve saray çevresinin bu çiçeğe karşı beslediği sevginin kaynağı, o dönemdeki iç ve dış durumlardan kaynaklanabilir. Artık Avrupa’daki topraklarını kaybetmeye başlayan Osmanlı Devleti Pasarofça anlaşmasıyla girdiği barış dönemini, Lâle Devri adıyla yaşamıştır. Bu dönemde padişah ve saray çevresi büyük bir israfa başlamış, halk bu dönemde ağır vergiler altında ezilmiştir. Bu döneme Lâle Devri denmesinin sebebi yeni yapılan bahçeler,saraylar, kasırların lâlelerle donatılmasıdır. Saray çevresi ve halkın bunaldıkları savaş ortamından bir nebze de olsa güzel ortamlara uzaklaşma istekleri de bu tutkuya neden olmuş olabilir. Sadrazam İbrahim Paşa dahi kendi elleriyle lâle yetiştirmektedir.
Küçük bir bilgilendirme ile Hakkari nin Şemdinli ilçesinde yetişen lalenin bu çeşidi
´Ters Lale´ bölgeye has bir kar çiçeği olup, eriyen karın altından çıkan ve kısa ömürlü olan bir çiçektir. Soğanlı çok yıllık bir bitki olan Ters Lale doğal olarak Anadolu, İran, Afganistan ve Himalayalarda yetişir.
Soğanları kozmetik sanayinin yanısıra ilaç sanayinde de kullanılan Ters Lale; aynı zamanda Ağlayan Çiçek (Lale) ismiyle de anılmaktadır. Bu isim temelde dinsel bir temaya dayanır. Hıristiyan aleminde var olan bir inanışa göre; İsa çarmıha gerildiğinden bu yana bu çiçek boynunu büküp ağlıyormuş. O nedenle bunu kutsal sayıyorlar. Hıristiyanlar, bahçelerinde bu çiçeği bulundurmayı kutsal saydıkları için, bu çiçeğe büyük ilgi gösteriyorlar.
.
Neden mi konumuz lale?...çünki lale mevsimini yaşadığımız şu günlerde şarkısını dinlemek yerine ekip güzelliğini de seyreyleyebilmemiz icin, bu arada hazır lale çiçeğinin hikayesini ve çeşidini ele almışken, bir kitap tavsiyesinde de bulunmadan geçemeyecğim…
Nazan Bekiroğlu nun ´mavi lale´ adlı deneme kitabını okumanızı tavsiye ediyorum.Timaş yayınlarından çıkan kitap geçmiş ve günümüzün hayatsal damarlarında sıcak düşünceler oluşturuyor. Aynı zamanda geleceğe doğru serin bir yolculuğa da çıkmak mümkün gibi görünüyor…
Karşıma çıktın yol kenarında
Bakakaldı gözlerim
Gül desem gül değil
Söz desem söz değil
Ama suskun ama boynu eğik
Gülümsüyordun bana
Nazlı narin al al yanağınla
Kırmızı mücevher
Dün rastlamıştım sana.
Başka gözlere emanetsin şimdi
Hadi hayrola…
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder