Gülbahar'ı soruyordu ne cevap verebilirdim ki; dostluğumuza ihanet mı etti demeliydim. "Yoksa bir antikacida bulduğum nargilenin peşinde koştururken tutulduğum bir meleğin kanadında dipsiz bir kuyuya düşüşü mü anlatsaydım. O bir hayat yazıyordu bana ve ben oynuyordum o hayatı o kadar!.."
'Meridyen Mahkumları' adlı romanımdan alıntı..'
12/15/2012
"Simit ve çayın buluşması gibiydi aşkımız. Her sabah taze bir başlangıç isteyen"
Ş.Koç
www.seydakoc.com
Ş.Koç
www.seydakoc.com
PARANORMAL AKTİVİTE
Yıllarca akıtılan kan ve kanlı gözyaşlarından sonra şöyle bir ünvan ile Filistin insanı adına sevindik 'Üye olmayan Gözlemci Devlet' kendi adıma yeni bir bilgi daha; BM ye üye olmak önce gözlemci olmaktan geçiyor. Yani; uslu ve ekonomisini yükselten bir devlet olursan neden olmasın. Zamanında İsviçre örneğinde olduğu gibi senide 50 yıl kontrolden geçirdikten sonra üyeliğe alırız. Bu da herhangi bir şartı bu elli yıl içinde bir şekilde tahrik edilip yine de bu tahrike karşı bozmaz isen gerçek kılarız. Vatikan ile şu an Filistin aynı ünvan ile BM de yer alacaklar!.
Oysa 64 yıl önce zaten Filistin’in olan toprak sınırları üzerindeki aynı BM kurultay toplantı salonunda İngiliz mandası altında ve aynı tarihte BM kararında İsrail insanı için hiç bir şart koşmaksızın İsrail'in devlet olarak anılmasını onaylamıştı. Filistin toprakları ikiye bölünmüştü!
Daha garip olanı ise;64 yıl önce aynı gün aynı salonda 33 ülkenin evet 13 ülkenin ret ve 10 ülkenin de çekimser olduğu bilgisi ile bugüne bakıyoruz. 138 ülke evet, 9 ülke hayır ve 41ülke çekimser oy kullanıyor. Bu 64 yıl içinde BM üyeliği hızla çoğalmış.
Biz ise hala kendi içimizdeki sahte gündem telaşı verenlerle danışıklı oyunlar oynuyoruz. Bir yanımız Avrupa Birliği Bir yanımız BM!.. bir yanımız alafranga bir yanımız alaturka!
****
Bir sahte gündem daha değinmesek ayıp olur :
Dizi film sağanağında birkaç dizi öne çıkarken bütün şimşekleri belirgin bir dizi de yoğunlaştıran yine Başbakanımızın sözleri oldu! pek de güzel oldu!..
Kanuni Sultan Süleyman otuz yıl at sırtında mıydı değil miydi? tartışmaları başladı. Sayın Tayyip Erdoğan'da yıllardır aktif politikanın içinde ama onun özel yaşamını aile içi babalık vazifesini kimse göremiyor değerlendiremiyor sadece hüsn-ü zan edebiliyoruz. Kimileri de su-i zan ederken..
Demem o ki; sadece Kanuni'nin dönemine muhteşem yüzyıl demek her ne kadar altı yüzyıllık Osmanlı'ya hakaret sayılsa da at sırtında bir ömür geçirdiğini iddia etmekte Kanuni'ye haksızlık olur.
Rahmetli Meral Okay'ın şu söylemi önemliydi; "haremde olup biteni kim bilebilir?...biz elimizdeki dökümanlar ve danıştığımız tarihçilerden yola çıkarak harem kültürünü filme taşıdık!"
Kanaatimce çok doğru bir taşıma oldu. "Neden?" diye sorarsanız. Halk Osmanlı tarihinden korkar haldeydi. Aynen dönem dönem inancından korkar hale getirildiği gibi... maalesef tarihinden de korkar hale gelmişti. Korkuyu oluşturan baş ithamlar şu merkezde toplanıyordu;
"Vahdettin'i mi savunuyorsun!" ya da "saltanat meraklısı mısın?"
"Evet.. Vahdettin yanlısıyım ve evet Saltanat özlemindeyim!" diye cevap verme cesareti kimsede yoktu. Sanki Osmanlı hiç var olmamışçasına sadece turistlerin keyfine yaz aylarında, Topkapı Sarayı şenleniyor, küçük okul çocukları hayvanat bahçesi gezme heyecanı ile saraya alınıyordu. Söz buraya gelmişken her ne hikmetse o okul gezilerinde asıl bilgi alınması gereken bölümler kapalı ve tadilatta olurken geriye gezmek için yemekhane ve haremden başka mekanda kalmazdı! Bunların şikayetini de kimse yapamazdı.
Derken bir dizi film çekildi, yıllardır bahsedilmeyenden 1001 gece masalı rüyası gibi bahsetti.
Olanlar oldu!.. ama artık konuşulur oldu. Halk bu konudaki bilgisizliğinin farkına vardı. Tarih kitapları aranır.. alınır oldu. Duygu bağlamında dokunmatik bir toplum olarak 'sözde' beğenilmeyeni 'gözde' reytingleri alt üst ederek izledik. Demek ki yanlış varsayılandan da doğru çıkabiliyormuş. Belgesellerimiz reyting yapmaz iken 'Muhteşem Yüzyıl' yaparmış.
Bizler beyaz perdedeki sunulanları hazmederek izleyebilsek sanatın doğurganlığını keşfedebilsek bugünün eksiklerini yarının yapıtları zaten tamamlayacaktır. Dizi film sektörümüz daha bir çok tarihi ve politik konuyu gündeme getirmeye fazlasıyla hazır görünüyor.
www.seydakoc.com
www.seydakoc.com
KASIM AYI KRAMPLARI
Suudlu Arapların paralarını değerlendirme çabaları lüzumsuz bir güç gösterisine dönüşmeye başladı. Mekke' de yapmak istedikleri ve kısmen de başardıkları büyük otellerin ardından şimdilerde Mescid-i Nebevi'nin bulunduğu bölge içine bir milyonun üzerinde kişi kapasitesi olacak bir camii inşa etme projesine giriştiler. Diğer Müslüman ülkelerin görüşünü aldılar mı?.... tabi ki hayır!
Peki; Müslümanlar için böylesi önemli bir olayda neden karar verme yetkisini sadece kendilerinde görüyorlar. Heyetler eşliğinde bu olayın siyasi ve dini etkilerinin tartışılması gerekmez mi? Böylesi kutsal bir bölgenin mümkün olduğunca aslına uygun korunması gerekmez mi?
Tam da bu mevzunun gerisinde, kutsal vazifelerini yapan hacılarımız yurda dönmeye başladılar. Döndüklerinde gördüler ki aslında kurban'ın sadece Hacı kimselere farz olunduğu gerçeği ilim adamlarınca açıklanıvermiş. Peki şimdiye kadar neredelerdi bu ilim adamları? İnsanlar; "yahu eti verecek yerim yok. Sosyal statüm buna engel ama şu kuruma buraya vs.. maddi yardımda bulunayım" diye hocalara sorduklarında "hayır efendim onun yeri ayrı diğerinin yeri ayrı" cevabı ile yıllarca askıda vicdan terazisinde sallanıp durdular. Demek ki zamana ve zemine göre daha açıklanmayan birçok şey var! Bilgi doğru mudur.. fıkhi kitaplarca doğrudur! 'Kurban sünnettir ‘ancak bunu benim değil yetkili kurumun söylemesi daha uygundur ki bu kurum DİYANET işleridir. Diyanetin biraz daha halkı bilgilendirme noktasında kitap basımlarının haricinde bir çalışma içine girmesi gerekiyor. Kanaatimce bunu da Kendi TV kanalını kurarak pekâlâ yapabilir. Ramazan gelince ve dini bayramlarda TV ekranlarında boy gösteren hocalarımızı böylece saygın ortamlarda halkla buluşturma imkanı oluşur.
***
Tek Başlı Yönetim!
'Tek başlılık' deyimi yine Başbakan Tayyip Erdoğan sayesinde gündemde yerini aldı. Bu konuya AK Partinin kongresinden sonra ben de değinmiş, çıkardığım sonuçta da "tek başkanlı idare biçimi ülkemize geliyor" demiştim. Nitekim o doğrultuda sinyaller çoğaldı. Hiçbir zaman iki 'dava'(insanlığın iyi bir amaçla bir arada tutulması,özgür haklar ve halklar) arkadaşı birbirine düşmez! Ama kemikleşmiş tabuların bazı konuları sindirebilmesi için bu ters açı gerekliydi. Ben bu durumu siyasi bir taktik olarak değerlendiriyorum. Ayrıca tek başlı sistemi halkın iradesini daha iyi yansıtacağını düşündüğüm için destekliyorum. Ancak Amerika’da olduğu gibi eyalet sistemi gibi de düşünmemek lazım. Endişe verici olur bu durum.
Topraklarımız üzerinde tasarlanan Sözde Kürdistan sınırlarının çizimi noktasında zorlayabilir. 'Ne şiş yansın ne kebap' mantığı, sonuçta Amerika için Sözde Kürdistan hayali kuranlar için ve TC için iyi bir çözüm olacağı düşünülebilir. Her hâlükârda Amerika ile hala yola devam sinyallerinden vazgeçemeyen ya da vazgeçme taktiği geliştirmeyen ya da bunun sinyallerini veremeyen Tayyip Bey'e de vatandaş olarak en kibar deyimle sitemkârım. Düşünmeden edemiyorum dönem hükümeti ve gelecek olan hükümetler bu yüzyılda kendi kararlarını sadece halkı ile veren bir ülke idaresi olmayı başarabilecek mi? Yaşarken görme şansım olur umarım. Tabi Kürt kardeşlerimizin de diğer azınlıklar gibi dilini örfünü kimliğini her koşulda koruma hakkı var. Bunun kendi içinde özerklik yerine tek çatı ve tek idarede olması gerektiğini düşünüyorum.
***
TÜYAP Kitap Fuarı
Bir köy düşünün henüz teknoloji uğramamış hatta elektrik dahi yok. Yorucu bir günün ardından, kir pas içinde tarladan dönen genç elini yüzünü yıkayıp anacığının hazırladığı bir tas yemeğini yedikten sonra yerine yatacak, ne mi yapıyor? Önceki seneden kalan kitabını birkaç kitaptan oluşan kendi eliyle yaptığı kitap rafından alıyor ve gaz lambasını yeteri kadar kısıp başucuna asıyor ve üçüncü kez okumaya koyuluyor, ışıklı koridorlarında kaybolduğu kitabını. Söyler misiniz? Kitap alamamanın yoksulluğundan mı bir kitap üçüncü kez okunur..teknoloji zafiyetinden mi...yoksa satırlarının çekiciliğinden mi? Buna bir cevabınız varsa siz de iyi bir okuyucusunuz demektir. Kitap dünyası şimdi ayağınızın dibinde ; Okuyunuz Okutunuz seyredenlerden olmayınız..!
www.seydakoc.com
http://www.facebook.com/sydkoc?ref=hl
10/06/2012
ANNE
Ruhumda
tozlar uçuşur
kemiklerimde erir zerreler
ölüler şehri kırmızı bugün
beni tekrar doğur anne
dünya henüz gıcırdarken
kemiklerimde erir zerreler
ölüler şehri kırmızı bugün
beni tekrar doğur anne
dünya henüz gıcırdarken
ağlayan sesime inat
gülsün bebek gözlerim
herşey yine sil baştan
ama temiz ama ilk kez
doğur beni anne!
gülsün bebek gözlerim
herşey yine sil baştan
ama temiz ama ilk kez
doğur beni anne!
SONBAHAR RÜZGARI
"Suriye ile savaşa hayır" sesleri
yükselirken gözardı edilmemesi gereken
bir iç savaşımızın olduğu
gerçeği. Yaralarımız kanamaya hâlâ devam ediyor. Gençlerimizin 'şehitlik'
ünvanı ile omuzlarda taşınarak eve gönderilmesi
acı bir teselli.
Nedir?..
'her nimetin bir külfeti vardır' nisbetince yani "ülke terörden arınsın istiyorsanız genç
evlatlarınız ölmeye devam edecek! "neden henüz eli silah tutmayı
öğrenmiş bu gençler ölüyor? Bu hayatta kaybedecek daha az
kazanımları olduğu için mi ya onların hayalleri!
Savaşın
ilk kurbanı çocuklar..yaklaşan felaketin habercisi;
Suriye'ye
ilk misilleme şu dakikalar itibariiyle yapıldı. adı henüz resmi makamlarca savaş
konmadı..ilan edilmedi sadece haberlere 'misillme' olarak yansıdı.Öngörüm beni
yanıltmazsa Suriye topraklarının TC çatısı altına girmesi an meselesi yahut
geçici idare sağlama sorumluluğunun TC ye verilmesi..arap ülkelerinin baharını
ancak TC'nin şuan ki güçlü politika sergileyen hükümetinin, kararlı ve sempatik
doğu yüzü bitirebilir de ondan!Tam da
işte burada tarihi yadetmeli geldiğimiz noktanın bir yüzü de Başbakanımızın 'one minute' çıkışının getirisi!
Siyasete
dair en önemlisi tarafımdan AKP kongresi oldu. Sayın başbakan Tayyip Erdağan'ın
uzun konuşmasının ardında yatan mesajı
cümleleri okumak çok zor değildi. Memleket tek başkanlı sisteme geçmeye
hazırlanıyor. Bu siyasal değişim bence bakış açısına göre değişir bunu 'dikta
rejim' diye adlandıranlar olacaksa da
ben yeni dünya düzeninde zamanında atılmış bir adım olarak
değerlendiriyorum. Sadece Türkiye değil dünya muhafazakarlaşıyor soğuk din
savaşları milenyumu yeni keşfederken çağa damgasını vuracak! Sıcak olanlarını
da dilerim insanlık birdaha şahit olmaz!
****
Edebiyata
gönül vermiş biri olarak biraz da zülfü
yare dokunmak istedim. Kitap piyasasınında ki son durumlar bundan kastım ; öncelikli roman, öykü ,şiir
kitaplarıdır. Ciddi otoritelere ihtiyac var. Süzgeç görevi görecek yetkili
tarafsız merciler malesef yok denecek kadar az.'Tarafsız' olunmasının
bilhassa altını çizmek istiyorum. Çünki belirli kişilerin elinde derilen yün
çileleri gibi edebi sahamız! farklı kalemlerden çıkıyor olsa dahi ,kendini tekrar
eden eserler çoğaldı.'90 lı yılların pop
müziği furyası gibi bir yığın kitap basılıyor. Birçoğu da hakettiği yere
ulaşamadan eriyip gidiyor. Sosyal medyada devamlı Avrupalı düşünürlerin Yunan
felsefecilerin sözleri dolaşıp duruyor. Birkaç değerli edebiyatçımızın sözleri
'aşk' üçgeninin dışında değer bulamıyor. Okuyucu kitlemiz sığ ,
elektronikler ise baş düşmanımız. Tabi
ki sözün muhatabı önce aynadaki 'ben' sonra da 'siz' sevgili okuyucular.
****
TBMM
' den hayvan hakları ile çıkacak olan çoğu hayvan sever gibi benimde eksik ve
yanlış bulduğum yasanın yine
hayvanseverlerin güçlü ve kordineli
protestosu ile geri püskürtülmesi oldu. Bu işte çoğu yazımda belirtmeye
çalıştığım sivil toplum örgütlerinin yerinde ve zamanında çalışması ile mümkün
kılındı. Demek ki sosyal medya bahar
rüzgarı mimarlarını biraraya getirebildiği kadar..dünyanın daha güzel
bir yer olması içinde güzel düşünceli insanları da bir araya getirebiliyor. Yeterki
teknolojiyi nerede ve nasıl kullanabileceğimizin ve sınırlarının nerelere kadar
uzadığının farkında olabilelim.
8/28/2012
ELLERİ KANLI OLANLAR
Ben çocuğumun güvenliğini evde sağlamakla mesulum. Dışarıda okulda bahçede parkta çocuğumun güvenliğini kim sağlayacak. Suriye’de ki güvenlik endişesi ile ailesini alıp Türkiye’ye kaçan insanlar varken benim nere kaçmam gerekiyor!
Çoluk çocuk demeden canımıza kasdedilirken devlet bu kanı ellerinde taşımaya devam ediyor.
Devlet öncelikle kendi insanının canını dinini dilini korumak zorundadır. Aksi halde bir yönetimden bahsetmek mümkün değildir.
Suriye’ye ihtar çekme yetisini Amarika bize veriyor.
Arakan’a ve Afrika’ya yardıma dört nala gidilmesinin izni sonunda hükümetimize de tanındı. Kaldı ki bu yardımları fazlasıyla gecikmiş bulan kişilerdenim. Ancak mevzu şu ki;
Batı ülkeleri ve Amarika artık nemalarını yeterince alamıyor mu? Artık çıkar savaşları beklentisi haricinde mi gelişiyor?Birilerinin ortalığı temizlemesi mi gerekiyor.
Bir önceki ABD yönetimleri bu temizlik işini Birleşmiş Milletler adı altında gönderdiği askerine yaptırırken şimdilerde o askerlerin yerini Türkiye ye mi bıraktı?
Malesef dünya üzerinde ki kukla yönetimi devam ederken ülkemiz için büyük umutlar vadeden ve kimi gerçekleştiren AK parti yönetiminin bütün bu sahne gösterisinde yerini alma mucadelesi bariz belli olmaya başladı.
Dünya ölçeğinde durumu görmeye çalışırsanız Türkiye’ye yüklenilmesi olası misyonu görmeniz mümkün olur. Bu itibarla;
Doğu da neden bukadar terör adı altında kıran kırana bir iç savaş olduğunu neden Suriye hengamesi süregiderken , biryandan 30 senelik savaşın dahabir kaşındığını ve neden yönetimin icazet almadan yeterli tepkiyi gösteremediğini anlamış olursunuz!
sorun ülkenin güvenliğinin ciddi tehlike altında olmasıdır. Bir ülkede çocuklar katlediliyor ve dağa kaçırılıyorsa yönetim önce topraklarının ve insanının güvenliğini biran önce sağlamalıdır. Buna destek tanıyan sözde milletvekillerinin oy birliği ile dokunulmazlıklarını kaldırmalıdır. Kişiye göre yasa çıkartılabilen bir memlekette bu zor olmasa gerek!
1984-2007 tarihleri içinde de 21 bin 103 şehit veren Türkiye istatistiğinde 2007 sonrası bu sayı gizli tutuluyor!
Sade vatandaş dahi olayların sıklıkla yaşandığı pilot şehirleri bilirken devlet bu konuda mudahele için neyi bekliyor!
SAĞ ve SOL dinli ya da dinsiz acının kimliği olmaz ve acı yaşatana tarih mutluluk tattırmaz . Bu soruların bir cevabı olmadığı müddetçe ‘kan’ da durmazBütün idareler sonlanır birçok siyasi ve sosyal sorunun üstü kapatılmaya çalışılır.
Toplumlar uyutulur ama vicdan uyumaz! Toplum vicdanı zamanı gelince yargılar!
Maaşlarını bolca alan milletvekillerinin ellerinde ki kanı silme zamanı gelmedi mi?
www.bogazicigundem.com 2012 Eylül makalem
İSTİSMAR
Siyasi ve toplumsal meselelerin dünya ve ülke gündemini meşgul ettiği şu sıralar beni derinden etkileyen ve içinden seçip tekrar gündemde olmasını istediğim için yazıya aldığım iki konu var. Semanur bebeğin ölümüne sebep olanlar.
“Sanatına sahip çık Türkiye” diyen çığlık çığlığa bağıran sanatsever bir toplumumuz şükür ki var . Sanatçılar ve sanateverler tiyatroların özelleştirilmesine karşı. Ülkemde sanırım sanatçılar herşeye karşı olur hale geldi.
“1 Mayıs” günü ise caddeler emekzedelerin hak arama sloganlarından oluşuyor. Sloganın ötesinde yaptırım güçleri nedir? Neler yapılıyor?
Gerçek emekçiler ise haftanın Salı gününe rastlayan iş gününde çalışmaya devam etmekte!
Haberlerde arka gündem haberi diye geçen ve gazetede 3. Sayfa haberi olan Semanur bebek kimsenin vicdan durağından geçmedi. Babası döve döve ciğerini patlatıyor. Beyin kanaması geçiriyor ve bu bebek henüz iki yaşında! Anne baba hapse gönderiliyor. Etrafında bu zulme göz yuman komşu ve akrabalarının hiç mi suçu yok! Aileden sorumlu bakanlık etraflı inceleme yapsa altından kimbilir daha ne tür sebeplerin gün yüzüne çıkacağı aşikarken. Sadece anne ve baba ceza alıyor.
Bu konuları gözardı eden toplum ve konusu geçen beldede ki insanlar da o anne baba kadar suçludur, sorumludur. Kimbilir basına yansımayan kaç can daha bu topraklarda telef oluyor .
Devlet tabi ki ailesinden çok çocuklara sahip çıkmak zorunda! Çünki Avrupa kriterlerini sadece kalıp olarak Türkiye sistemine dahil etmekle sonuç alınamıyor.. Buraya gelip yetkili bir heyetin burada yaşaması gerekiyor.
Hollanda ülkesini örnekle ; her çocuk doğduğu ay itibari ile devlet kontrolunden her ay geçiyor. Her türlü bakımı rutin yapılıyor. Aklı erip konuşana kadar ki sonrasında zaten dört yaşında okula mecburi alınıyor!
****
Diğer bir konu hayvan istismarı;
Hayvanların bir iki dernekten başka haklarını yeterince koruyacak kurum ya da dernek yok mu bu memlekette?.
Sosyal medya ağında kan içinde hayvanların satanist zevkler uğruna nasıl acı çektiğinin fotoğrafları dolaşıyor. Reklamın iyisi kötüsü olmaz denir. Bizim masum yavrularımız gençlerimiz bir şekilde bu görüntülerle gözünü dolduruyor. Sadece merak duyguları onları internet üzerinde birçok sapıklığı ve sıradanlık bombardımanında uyuşmalarını sağlamaktan öte gitmiyor.
Hayvanların sadece çatısının altında olması gerekmiyor; Çoğunluğunun müslüman inancını taşıdığı bir ülkede yaşıyoruz. Çatısının altındakilerden sorumlu olduğu kadar komşusunun sofrasının zafiyetinden de mesul olunması gerektiğinin bilincinde bir toplum içindeyiz. Her Ramazan ayında ortaya çıkan hümanist çığlıklar isterim ki diğer aylarda da hayatın içinde de kendine yer bulsun .
Bu iki konuda cinsel istismar eylemlerini yazıya dökmek konusunda kelimelerim dahi yetersiz kalıyor. Duyarlı olan insanımız zaten farkındadır. Mesele o ki ne yapılmaktadır? Ne yapılabilir?
Gözardı edilen eksiklikleri elimden gediği kadar devlet kanadına resmi olarak aksettirdim. Aksettirmeye de devam edeceğim.
www.bogazicigundem 2012
Mayıs makalem
NAMLUNUN UCUNDAKİLER
Savaş istemiyoruz: çünki ; hala parası olan askerlik görevini yapmazken yoksul aile çocukları bu görevi yapıyor. Emperyalist güçlerin bu savaş arkasında fazlasıyla plan proje içinde olduğunun bilincindeyiz.
Bize açılmış bir savaş söz konusu değilken , halk ile girilecek bir savaşta halkında onayına başvurulması gerektiğini düşünüyor ve referanduma neden fırsat verilmiyor diye düşünüyoruz. Hükümetin çevre ülkelerle herzaman çıkarları doğrultusunda dostluk kurması gerektiğini biliyoruz. Aksi sözkonusu olduğunda muhtemel savaştan T.C. Hükümetinin ne fayda sağlayacağı hala tam beyan edilmiş değil.
Olası savaşın benim cephemde ki boyutu bu savaşın olmayacağına dair. Çocukluğumda bu tür harekatların adı “sınır ötesi tatbikat” olarak geçiyordu. Sonra adı sınır ötesi operasyon oldu! Sınır içi çünki “PKK” ile olana deniyordu. Şimdilerde “savaş” deniyor. Öyleyse nasıl oluyor da top tüfek Suriye’ye çevriliyor.
Suriye başkanı Esed bir TV kanalından Türk halkına ürkütücü mesajlar yolladı. Çünki arka planda yapılan ABD baskılarını ancak duyarlı Türk milletinin desteği ile savuşturmak istiyordu. ABD namlularını Suriye’ye yöneltti . Akabinde Esad’a gözdağına devam etti. Madalyonun yüzü malum görünmeyen tarafında benim öngördüğüm. Bu blöfü Esad riske etmeyecek ABD’nin istediğini verecek. Bizim tanklarımızda geri çekilecek.
Olan bizim sağ duyumuzun yıpratılması ile kalacak. Türkiye NATO anlaşması ile bu tür durumlarda mecburi NATO ile hareket etmek zorunda. Bu anlaşma bozulabilecek mi… Türkiye o güce ulaşabilecek mi… ulaştırılabilecek mi?(!)
Pesimist olmamak mümkün değil; idareler değişiyor kahya ve efendisi gerçekliği değişmiyor.
Aslolan şu ki toplumun mekanizmalarını olayı bir şahsa bağlayıp sayıp sövmek toplumsal rahatlamayı sağlamak olayın bütününü kavramaktan alıkoyuyor .
Savaş istemiyoruz ama aynı zamanda; artık NATO’nun masa üstünde ki savaş stratejisi belirlenen haritada piyon olmakta istemiyoruz. Bunu göze alabildiğinde T.C. hükümeti ,o zaman halkların özgürlüğünden bahsedilebilir.
Tarihsel çoklu orjinler , modern beklentileri asimile etmekten öteye gitmez!
“Madımak Oteli" yarası halâ kanıyor:
Sivas katliamını yine derin kaygıların ortasında andık. Hayatının baharında ve en verimli döneminde hayatlarını yitirmiş 32 aydın. Türkiye’nin düşünce mirasından 32 kişi! Hala “dinci-yobaz” ya da “gizli istihbarat” sebep olduğu vs. tartışmaları devam ediyor! Etme sebebi davanın düşmesi ve bu gerçekle her daim dini ve kültürel duyguları sömürülmeye çalışılan halkın kaos içinde bırakılması. kutuplaşmanın daha da sivrilmesine olası verilmesi.. Bu konuyu özetlersek; Adaletin gözbağını birileri aralamış! SAĞ ve SOL diye maalesef adlandırılan iki kesiminde bilhassa aydınlarının ‘adaletin’ verdiği kararın bu hale getirilmesi için birlikte kaygılanmaları zaruridir.
www.bogazicigundem.com 2012 Temmuz makalem
KONUŞAN ADAM
Bu a
y konumuz malum şişirilen içi havagazı ile doldurulan “kürtaj” konusu. Başbakan “Her Uludere bir kürtajdır” dedi. Bunu kadınlarla ilgili bir günde sıradan bir şekilde tavsiye etse fikrini söylese bu kadar tepki alır mıydı? Almazdı!
Mesele Uludere ile bağlantı kurulan kürtaj mevzusu ise o zaman bayrağı kadınlar adına erkekler neden taşıyor ve canla başla “kadınların vajinalarından elinizi çekin” söylemine kadar olayı götürüyorlar. Başbakan normalin dışında zorla bebek sahibi olmaya itelenenlere söylemiyor bunu dikkatinizi çekerim; illa her cümleye şerh gerekmiyor. Normal bir şekilde keyfiyetinin önüne geçemeyenlere bunu söylüyor.
Çok basit eşrefi saatinizi eşek saatine çevirmeyin. Masumların canına kıymayın diyor. Bunun dini ve ahlaki kollarını yollarını herkes rahatça araştırabilir. Kamuoyunda tartışmaya açabilir.
Aslolan şu ki biz darbelerle büyümüş bir millet olarak bu kadar içi dolu cümleyi halkın inisiyatifine açmış bir başbakanı kaldıramıyoruz. Hala bize çocukça Uludere’de ki garibim vatandaşımızı adeta “vur” emri ile vurduran bir başbakan dayatması yapılıyor.
Kimi medya örgüleri ve dernekler bunu çocukça sloganlarla sosyal medyada “aldım verdim ben seni yendim” oyunlarına dönüştürmekte!
“Ak parti sizin partiniz tabi ki…” duyar gibiyim!.. cevap veriyorum “hayır”. Aklın yolu birdir. Ülkem adına doğru kararlar verilecekse o kararları desteklerim. Yanlış kararlarında karşısında fikrimi beyan ederim. Sorumluluk sahibi her vatandaşın bunu boğaların meydan savaşına çevirmeden değerlendirmesi gerekir.
Bu konu anayasa mahkemesine sunulacak muhtemelen kabul görecek. Sonra mı ne olacak? Avrupa da olduğu gibi arkası desteklenecek, desteklenmesi gerekecek. Takibini bırakmazsanız gelişmeler medyaya yansımayacak ama olumlu gelişmeler muhakkak olacak! Ciddi mağdur edilmiş ve kürtaj olayına mecbur bırakılmış kadınlarında hakkını yine devlet koruyacak. Devlet hukuku ve idaresi sosyal medyada sayfa idare etmeye benzemez. Birileri bunun idrakine varmalı artık!..
Reformlar Cumhuriyeti daima ileriye taşır. Adeta örümcek ağına mahkum olmuş anayasanın reformunu kim istemez ki?
Hukuk kendini daima yeniler Hukukun ömrü akıl değil tecrübedir.
Konuşan insandan zarar gelmez. Perdeler arkasında sizi adam yerine koymayan idarecilerden korkunuz!
www.bogazicigundem.com Mayıs makalem
GURBET 'Çİ' YANSIMALAR
Bir izin yolu daha sormayın gitsin.Her sene adeta kutsal bir yolculuk yaz aylarında sarıyor gurbetçi insanını!Hernekadar bu tanıma rahatsız olsakta yapışmış üzerimize birkere..
Ağır yorgunluğun ve 2-3 saatlik yol üstü otellere uğramama inadının ardından tam da “evim evim güzel evim..vatanım”dediğiniz anda yol üstü lokantasının size adeta “bura Türkiye yok öyle” dediği pervasız bir tutum ile karşı karşıya kalıyorsunuz. Açsınız, yorgunsunuz ve bir tas çorba iki tas yemek şehir içi hoş lokantalarda yediğiniz yemek parasını fazlasıyla geçiyor.Bİr de hizmet bedeli,üstelik siparişiniz dışında gelen ne olduğu belirsiz bir yemek eşliğinde!yaz tatillerinde yediğiniz içtiğiniz giydiğiniz ticari ve ticari olmayan(!)mekanlara dikkat edin.Malesef herkes samimi birçok insanımız gibi duyarlı ve saygılı olmayabiliyor.Her ülke ve sahada olabileceği gibi sizin samimiyetinizi suistimal edecek atmosferler yaşanabiliyor.
Bir sıcak bir cehennem bir kıyamet ekolojik tehlike bu olsa gerek!Hep savunusunu yaparım artık yeni mimarilere yeni giyim tarzlarına ihtiyaç var. Koca koca binalara dur demenin zamanı geldi.Cadde üstünde şehrin isinde pasında büyümek zorunda kalan çocuklara baktıkça insanın yüreği cızlıyor. En işlek caddelerde, galari üstlerinde, lokanta aralarında evler ,parksız, ağaçsız ,oyunsuz çocuk nesli büyüyor. Bir yandan çocuklar okusun diye hertürlü uğraşın verildiği bu ülkede öyle ki şehir çocukları kolay okuma şansları olduğu halde tv kanallarına ve bilgisayara teslim. Büyükler günün rızkının uğraşını vermenin ardından rahat bir bardak çay içebilmenin derdinde!Ramazan ayını bu sene İstanbul’da yaşamak ben ve ailem için ayrı keyif oldu. Ancak ; sıcaklarda sessiz çoğunluğun oruç tutmadığınıda gözlemlemek zor olmuyor. Bu da fıkha giren bir konu ki beni aşar.
Siyaset tatilde arasıra olağanüstü toplantılara devam halinde bizim gibi ülkelerin meclisi tatile girmemeli . Ekonomisi, ticari sahası ,eğitimi ve sağlık kalitesi sistem açısından rayına oturmamış hükümetlerin bolca maaş alan milletvekillerinin eni konu tatil yapmaya vakitleri olmamalı! Bu insani ihtiyaçlarını hiç değilse dünüşümlü gerçekleştirmeli.
Avrupa Birliği kavramını unutalım lütfen Avrupalı olmak şarkıcılarını tatil yerlerini çarşı mekanlarını bilmekle olmuyor. Sisteme dahil olmak ile oluyor. Özellikle genç idareciler bunun farkına iyi varmalı. Türkiye o çarkı kavradığında birliğe dahil olabilir ki bu hatırlatma yurt dışında yaşayan ve her fırsatta ülkesine yatırım yapan benim gibi birçok gurbetçinin ortak aynı zamanda haklı düşüncesidir.
Suriye’nin iç savaşı ha bitti bitecek derken daha da derinleşerek farkli konularla komşu ülkelerinde gündemini meşgul etmeye devam ediyor. Karşılıklı çekilen ihtarlar örümcek ağını andıran ülkeler arası danışıklı dövüşlerin ardından yakındır Beşar Esad’ın pes etmesi.Konu o ki; Doğu ülkelerinin ortak kaderinin asıl temelinde gözlemlediğim liderlerinin çocuk yaştan itibaren batılı eğitmenler tarafından eğitilip en ala Amarikan okullarında okuyup Amarikan gençliği ile beslenip bir ekmeğe muhtac insanının başına hizmet için dikilmeleri. Çünki ancak bahsi geçen ülkelerde ki söylem ve yaşantıları yüksek duvarlı sarayları olan burokrat dostlarıyla tatil anlayışı çinde geçer gider. İşte bu emperyalizmin masum insanı sinir ve maduriyetten çatlatan küçük bir örneğidir.Bize gelince biz bütün siyasi akımlardan az az nasibini almış coğrafyası ile özdeş kendine has insanı ile ve hiç kalkındırılmaya çalışılmayan ve zaruri ihtiyacı aşikar olan köylüsü ile emekleme aşamasında bir ülkeyiz. İdareciler bu çocuğu bu yüzyılda ya yürütür ya felç bırakır.Halkın bunu göz önünde bulundurarak duyarlı ama aynı zamanda provokeden uzak yaşadığı bu geçişte kontrollu ve bilinçli olayları süzmesi gerekir.Tarafımda ağustos ayına giriş bu düşüncelerin merkezindeydi dostlar!
www.bogazicigundem.com Agustos makalem
8/24/2012
AĞIT
Evlatlar dökülüyor yapraklar düşeken
Bu sonbahar acının baharı
Toprakla buluşmanın fecrinde
Tutuşur durur anaların bağrı
Bu yüzler tanıdık mı millet?
Şehidin omuzda ki el mi..devlet?
sorgusuz sualsız kopardıkları
babaların emaneti yadigarları
şimdi büyükler yasta, çocuklar mahkum
söylenen tüm marşlar neden suskun
bayrağına sarılmış yatıyor mehmet
damatlığı bekler dolabında mahsun
satılmış düzenin uşakları yer içer
katillerin göbeği masalarda şişer
rey zamanı gelince terör biter
gözyaşınızı mühürleyin analar beyler
..-08.2012
6/10/2012
İLK AŞK
İLK AŞK
Yağmur yağıyordu ve sen gidiyordun
Saçların ıpıl ıpıl parlıyordu
Ceketin süklüm büklüm üzerinde
Ve sen gidiyordun
Son yağmurlar değildi caddeme düşen
Ilk de olmayacaktı
Çocuktum ilkleri kovalarken
Ilk yağmur damlam çoktan kurumuştu
Şimdi düşünüyorum da ;
Arnavut kaldırımlar taş kokuyordu
Issız sokak yakomoz yakamoz
Yağmur yağıyordu
Arap kızı büyümüş ve taşınmıştı
Ben camdan bakıyordum
Sen gidiyordun!
Kadın
Kadını en iyi anlatan koca koca adamların şiirleri mi dersin?
Birşeyi unutuyorlar;
Kadın ne sakız misali çarşaflar serer “eş”ine, ne de;
Kurtlar masasına kuzu doğurur düşman için!
Anaçlığı doğurur tüm toplumu ve doğurulmamışı
Farkında mıdır mustakbeller , kurdukları rüyada
Kadının tanrıçadan çok başka farkındalığının
Oysa çocuklar “anne” desin diye kovullmuştu Havva!
Cennetin arka sokaklarında oynarken çocukları..
6/09/2012
EYLÜL VURGUNU
Ahşab evin gıcırtılı tahtaları şahitti bütün olanlara ;
‘’Anne unutamıyorum. Bize yapılanlar insanlık dışıydı’’dedi.
‘’Anlıyorum çocuğum gececek gececek kuzum’’
Çocuğunun zor anlarına çoğu zaman şahit oluyordu Cevahir Hanım , kabuslar, huzursuz uykular, sessiz akşamlar...
Yıllar önce öylemiydi ; Biricik nazlı kızı bütün güzelliği ile büyümüş serpilmiş üniversiteli bir genç kız olmuştu. Ama yıllar önceydi bu ışıltılı günler. Oylum sevinerek başladığı üniversitenin daha ilk yılında sağ ve sol diye adlandırılan kavgada safını o da seçmek zorunda kalmıştı.
1980 ihtilali ile yönetime el konulmasıyla birçok genç hayatlarına mál olacak günleri biçimsiz, isimsiz, izbe hücre odalarında hücreye tıkılmıştı.Kaçmayı başarabilen ana kuzuları içinse gazeteler fotoğraflı baskı yapıyordu ‘’gördüğünüz yerde vurun’’ manşetleri eşliğinde..
Oylum o hücrelerden birine girdiğinde henüz onsekiz yaşındaydı siyasal bilimlerde okuyan öğrencilerdendi. Ülkenin çalkantılı dönemlerinde çok da rahat geçmeyen lise yıllarından sonra üniversitede bütün giden olumsuz şartlara, dur demek isteyen arkadaşlarına kendiside ufakta olsa yardımcı olmak istiyor. Ülke adına olumlu bir gelişme sağlayacak her kıpırtının ardına düşen gençlerden sadece biriydi.
Annesi Cevahir hanım ise dul bir kadın. İstanbul’un Çengelköy semtinde babadan kalma ahşab bir daire sahibiyken geliri sadece yaptığı örgüler ve dikiş dikmekten ibaret olan oldukça hanımefendi ve maharetli bir kadın. Umutlarla her sabah kızının başak misali saçlarını gururla tarayan elleri ile üşenmeden okula hazırlardı. Kendi çocukluğunda da anneannesinin kendi saçlarını böyle taradığını anımsardı hep.. Aile büyükleriyle tatlı ve neşeli bir çocukluk yaşamış Cevahir Hanım. Kızı Oylum’la güzellikleride aynı şekil çocuğuna aktarabilmiş ve geleceğine dair çok hayaller kurmuştu. Ancak hayalleri 1980 kışında uçup gitti güz soğukları sıcak hayalleri süpürdü..
Oylum 80 ihtilali diye adlandırılan dönemde girdiği hücre hapishanesinde bütün hayallerini gömdü. İki sene sonra çıktığındaysa kapı önünde onu almaya gelen annesinin bütünüyle beyazlamış saçları oldu.
‘’kızım duydun mu?’’
Duydum anne, duydum!
Bakalım adalet yerini bulacak mı? Bakalım adaletin gözü gerçekten de söylendiği gibi kör mü?
‘’Oylum ne düşündüm kızım biliyor musun’’
Oylum hayır anlamında kafa salladı.
Onun karşısına da şu emriyle yitip giden gençlerin birinin anası babası ya da dayısı çıkıp ‘’ne yapalım Paşa asalım mı.. bu yaştan sonra seni süründürelim mi? Seç birini diye sorma cesaretini gösterebilir mi?
Oylum o acılı tebessümlerinden birini annesine yollamıştı. Annesinin zamanında bütün uyarı ve karşı çıkmalarına karşın arkadaşlarını yarı yolda bırakmamak adına dinlememisti. Pişman mıydı ‘’hayır’’ ama bu saçları ak güzel kadının ruhsal desteğini nasıl yadsıyabilirdi. O an kızına hayatı boyunca kol kanat olmuş bu anne için ne yapsa hakkını ödeyemeyeceğini düşündü. Aldığı maaşla sadece ona küçük hediyeler ve hafta sonu gezmeleri ile sürprizler yapıyordu. Üniversiteyi bitirememişti sonrasında da bitirmek istememişti.Kitaplar onun sarayıydı. Üstelik bu sarayın inşası gençlik yıllarında olduğu gibi yasakta değildi. Sadece aldığı daktilo kursu ile girdiği iş şimdilerde büyük isim yapmış gazetenin o zamanlarda ki küçük yazı dairesiydi. Orada sekreter olarak başlamıştı. Sonrasında yabancı dilini gittiği kurslarla geliştirerek idari bölümde kalmayı başarabilmişti. Emekli olması yakındı. ya sonrası!
Hafta sonu annesi ile kır gezisi yapacaklardı. Annesi artık baston kullanıyor. Ağrıları çok olsada kızını kırmamak adına ona eşlik ediyordu.
‘’ ah Oylum sen ne güzel bir çocuksun!’’
‘’Noldu anneciğim’’ dedi sevgiyle Oylum. ‘’Buralara gelmeyi uzun zaman oldu, uzun yıllar’’ diye devam etti yaşlı kadın
En son komşularla piknik düzenlenmişti buraya mahallece doluşmuştuk, şu tepeliğin dibinde mangallar kuruldu. Şu ağaçlarda senin 8 yaşında sallandığın salıncaklar kuruldu. Komşu Münevver’in sarmalarını geçen sene rahmetli olan Mehmet amcan kaçırır saklardı başkasının baklava tepsisine. Çok muzip adamdı rahmet olsun.
‘’Şimdi hatırladım’’demişti, Oylum. ‘’Ama ben çoktan unutmuşum çocukluk anılarım çok eski silik zihnimde sen daha iyi hatırladın anne, buraya geçen işyerinde ki arkadaşlar gelmişler hafta sonu kahvaltı yapmaya geçen kızının düğününe gittiğimiz Leyla söyledi. Söyliyelim şu bey yiyeceklerimizi hazırlasın gel biz biraz kayığa binelim’’
Güldü Cevahir Hanım ‘’kızım kalırız ortada biryerde ‘’
‘’sen merak etme anne orayla da ilgilenen biri var’’
Beraber sosyal tesisin bir başka görevlisiyle birlikte annesini kayığa aldılar. Yerde duran kırmızı birşey dikkatini çekmişti Oylum’un ‘’bu nedir?’’ diyerek yerden almaya yeltendi. O sıra adam ‘’haa! O mu..o bir müşteri unutmuş şemsiye çok hoşumuza gitti. Kayıkta kalsın diye düşündük. Belki sahibi de yine çıkar gelir bir gün. Gerekirse kullanabilirsiniz.’’
‘’ Anne bak , gezintide güneşe karşı rahatlatır seni’’ Cevahir ‘’ evet, belki sana da rahatlık verir. Açarsın güneşe karşı ohh! bütün sıkıntıları alır giderir kimbilir. ‘’
Yaz ayının melteminde açtıkları bu şemsiye sanki onlara miğfer olmuştu. Cevahirin depreşen güzel anılarını rengiyle şenlendirmiş. Oylum’un kötü anılarına gölgelik olmuştu. Ufak gezintilerinde kenar kıyıda anne babasıyla gezinmekte olan çocukları görünce iç geçirmişti Cevahir.
‘’Noldu teyzecim?’’ dedi kayığı idare eden görevli. ‘’yok birşey çocuğum yok yaşlılık işte’’
Kızı farketmişti ; ‘’Biliyorum anne anladım, ama yaşananaların acısı hala iyileşmedi. Yaşananların izi bedenden siliniyor ama ruhumdan...benden doğacak olan yaşadığımı yaşamasın istedim. Hayat ve yaşananlar gerekli güven duvarını örmedi. Bir çaylak daha gelsin istemedim bu acılarla dolu dünyaya! Unut anne sen de unut! Benim bütün çocukluğumu ve üniversite sonrasında kurduğum hayalleri unuttuğum gibi sen de artık torun düşünme annecim.
‘’Kızım sen de unutacaksın birgün anne diyecek kimse olmadığında çocukluğun bitmiş olacak. Ve evet ‘’ben büyümüş ve bir kadın olmuşum’’ ama farkında olamamışım demenden korkarım.’’
‘’Yok annem öyle olmayacak emin olabilirsin.’’
Cevahir kayıkçı ile gözgöze bakar bulmuştu kendini. Adamın bakışları bu yaşlı kadına acıma ve şefkat doluydu.
Kıyıya geri dönerlerken Oylum şemsiyeyi sırtına koyarak açmış. Sanki kendine özel bir alan oluşturmuştu kayığın önünde arkasını anne ve kayıkla ilgilenen adama dönmüştü.önünde uzayıp giden nehre daldığında o nekadar hayır desede hafızasında neleri silmeye çalıştığını ve neleri silemediğinin hesaplarını yaptığını bilen tek kişi yine annesinden başkası değildi. Hepsi avazıyla bağıran adama yöneltti bakışlarını;
‘’Hay maşşallah’’ dedi kıyıda ki bir adam , yanında küçük oğlu balık tutuyorlardı.
Kayıkçı gülerek karşılık verdi ona;
‘’ Beyim yalnız balıkların mevsimindeyiz’’
‘’Bunlar alık yahu!.. tek tek geliyorlar ama vuracakları kıyıyı biliyorlar.’’ Diye karşılık vermişti neşeli adam.
5/18/2012
SÖNDÜRDÜM GÜNLERİ
sararınca dünyanın bütün çiçekleri bekleyeceğim seni.
gökyüzü kırmızıya çaldığında el ayak çekildiğinde
ezanlar susunca bekleyeceğim.
Sönük bir gecenin koynunda yıldızlarla sevişirken..
ağlayan rüzigarında bekleyeceğim
senden gelen sesleri
muskalı bir sevdanın seyrinde çıldırırken
martıların serenatlarında kaybolan gün gibi
Duaların akarsularında yıkanan mabedlerden
Matara doldurdum sen için
Bekler beni sahrada bedevi vurguncular
Matrasımda su koynumda senli muskalar
Ne seslenişlerime vereceğin cevaplar yolda olsun
Ne gelişinde bekleyen bedeviler
Velakin mataramda suyum olsun
Sevgiler yeşerteceğim arta kalan tünlerde
Ve ben yine seveceğim martıların sesinde
Sözleri dereceğim gelmediğin şehrimde
Yar ; şimdi tüm günleri söndürdüm izinde
5/14/2012
Yalnız Balıklar -öykü kitabımdan
Kafka ile tanışmam Milena sayesinde olmuştur. Kırılgan bir kadının tüm farkındalığından uzak,cilveleri üstündeyken öyle salınıverir Prag’ın soğuk taş sokakaklarında .Sonbaharın tozunun uçuştuğu sokakları etekleri süpürürken uzaklardan gelecek mektubununun cevabını düşler durur. Öylesi duru gizeminde kaybolmuş bir aşk hikayesinin kahramanı Milana ..
Yaşadıkları soylu bir aşkın soysuz duyguları törpülerken erittiği hayat parçacıklarından ibaret. Terbiye edilmiş bir nefis. Ancak gerçek aşklar insanı insani değerlerde yoğurabilir. Gerçek olmayan aşk insanı maddeye köleleştirir. Maddenin erken nihayeti kadar sevgilinin gelecekte ki birlikteliğide madde kadar değersiz ve geçicidir. Ancak nefis terbiye olunca insan ruh ikizi ile tanışınca karma olur. başka ‘’insan’’ lar arar. Kafka’nın o ruhsal vuslati Prag şehrinin sisleri arasında kaybolmuş Karluv Köprüsünde malesef bir seraptan öteye gidemeyecekti. Peki Milena’ya yazdığı gibi ya gerçekleşseydi ya elleri tenleri birbirleri ile buluşsaydı..
ama o zaman Milena Milena olmazdı ki!..onca mektup onca hüzün!
Bir an Rusya soğuğu çökmüştü ki üzerime, dışarıda akşamın ilk ışıkları çoğalırken muavin yakında yemek ve çay molasının olacağının anonsunu yapıyordu. Aynı anda Hüsna kitabını kapatıp çantasına atıverdi.
“Bizim oraların efsaneleri bitmez. Gidince bir kulak ver şehir sana anlatır’’ dedi “Biz de bir mola yapalım istersen”
*arka kapak yazı
4/17/2012
ADALETİN GÖZÜ
Ana muhalefet ve hükümet söz düellolarına devam ededursun,4+4+4 sistemi tüm çığırtkanlıklara karşın Avrupa standartlarına uyum sağlama hızında kabul gördü. Üniversite sınavları kaldırılsın mı.. kaldırılmasın mı? tartışmaları sınavın ardından hemen başladı. Üstelik henüz üniversite adayımız Damla’yı toprağa dahi teslim etmemişken! Şimdilerde bu düşünceninde sağ düşünceye ya da Ak parti mál edileceği muhtemel hesaplar içinde! Bu standartların içinde domuz etinin resmileşemesi vardı ki bence içler acısı. Yankıları sonradan medyaya yansıyacak diye düşünüyorum.**** Komutanlar sırayla adalet terazisinde yerlerini almaya devam ediyor.Terazi her zamankinden daha çok yağlanarak işlevini yerine getirmek zorunda,en ufak bir yanlışlık su götürmez!Şimdilerde gündeme bomba gibi düşüp lokomotifi çeken ise Paşa Kenan Evren’in yargılanma sürecinin başlaması .Ancak dünyavi ölçekte hangi adalet sistemi olursa olsun 12 eylül darbesi sırasında ölen gençlerin , yaşanmamış hayatların , gözyaşına boğulmuş anne babaların , evladının ölümünün ardından toprağı kucaklarcasına göçüp giden ebeveynlerin haklarına tecavüz etmiş bir insanın cezasını düşüncem o ki veremez. Sağ ve solcu diye ikiye ayrılan çoğu insanımızın buluşacağı adalet merkezli paydalardan biri de bu olmalı. İşte son zamanlarda eleştrilen mahkeme kararlarının üstüne tam da bu noktada hakların objektif yerine getirilmesi için güçbirliği yapılmasıdır. Toplumun sivil örgütleri camping yapmak yerine halkı sağduyu ortamında tutabilmesi gerekiyor.**** Bir zamanlar bir tohumun serüveni başladı;Gemide birkaç kasanın içinde bu yolculuk yine sahili olan bir ülkenin limanında yetkili kişilerin elinde son buldu. İşte o gün bugün arasında tam 400 yıl geçti. Şimdilerde bu tohumun iki toplumu biraraya getirmesi ve ilişkileri güçlendirilmesi sözkonusu. Hollanda ve Türkiye dostluğunun ilerlemesi için bu sene büyük bir organizasyon tertip edildi. Her iki hükümette bu etkinlikler için beşer milyon türk lirası değerinde bütçe ayırdılar. Hollanda kraliçesi Beatrix’in daveti üzerine cumhurbaşkanımız Abdullah Gül nisan ayı içinde Hollanda’nın Venlo şehrinde yapılacak etkinliklere katılacak. Bu sene 400.yıl kutalamalarına her iki ülkeninde daha bir özendiği muhakkak!Gönül ister ki ; siyasetin ve ticaretin yükselecek olan dönem grafiğinde; Hollanda’da yaşayan ve diğer ülkelerde olduğu gibi ‘’gurbetçi’’ diye tanımlanan insanımızın da burokratik engellerde yolları açılsın.Gündem lokomotifinin gidişatı şunu gösteriyor; memleketi güzel bir bahar rüzgarı sarmış durumdayken , Avrupa’lı vatandaşımıza bahçeleri lale dolu bir yaz kucak açmış durumda.www.bogazicigundem.com
4/02/2012
NE KADAR
‘’Ne kadar seviyorsun?’’diye sordu.
Adam cevap verdi;
‘’Seni özgür bırakacak kadar
Dünyanın en zor şeyine katlanacak kadar
Sonunda senin sevgine mazhar olacak kadar’’
‘’Sen benim hem özgürlüğüm hem esaretimsin’’ dedi.Kadın
3/28/2012
Tuval
Frida kadının fırçasında dondu bahar
Boyalar elinde ki mührüyken
Titreyen dizleriyle koşuyordu
Çimlerin üstünde hiç bıkmadan
Sonra birgün bahar sen de dondu
Tuvalde gözlerin gözlerinde bahar
Mart Ayı Ağıtı
İlk yazım mart ayına rastladığı için, bu ayın önemine binaen Çanakkale şehitlerimize atıfta bulunmak istedim. Özellikle askerlik kaldırılsın mı kaldırılmasın mı ? Soruları süre dursun. Paralı askerliğin hertürlü suyu çıkarılsın ve hala sözde savaş olmayan ülkede ha babam şehit verilmeye devam ediledursun…
şehitlerimizi analım ama yıllar evveline gidelim;
Gelibolu Anafartalar Conk Bayırında toprağa serilen gülleri hatırlayalım. Tüm vatan evlatları ülkelerini korumak adına tarlasını bağını okulunu düğününğ bırakıp belki erteleyip namus bildiği ocak bildiği toprağını korumaya gitmişti Çanakkale’ye yaşları onaltı otuzbeş yaş arası onca insan.Yakışan tanımı ile ‘kınalı kuzular’ birçoğu doğru ana kuzusu! Bir çoğu baba, bir çoğu damat, bir çoğu yar .. ama hepsi evlat!
Kolay değil ki yoklukta soğukta denizin ayazında Anzaklarla çarpışma belki de ilk kez yabancı uyruklu birini görüp ya da aynı yaşta karşısında ki bir başka ana kuzusunun canını almak ama vatan savunma bekler. Evde bekleyen analarını bacı ve hanımlarını yarenlerini dilini kültürünü dinini korumak gerek! Böylece emri verdi Mustafa Kemal . Yer gök Anzaklar ile birlikte şahit oldu bu onurlu savaşa. O gün o bayırdı onurun gururun adı yazıldı Anafarta’ya!
Günün anlamından olmalı bir de gözüme ilişen çanakkale şehitleri gazilerinin çocuk fotoğrafından olsa gerek fazla duygulandım .
Şimdi vatan evladının onurunu gururunu delikanlılığını ıspatlayacağı çok meydan ve mekan kalmadı sanırım. Meydan denilecek yerlerde çoktan boşaltıldı. Siyaset meydanı dinezorlar mekanı daha yeni yeni çağını atlatıyor. Askeriye meydanı o da durum ortada!
Iş güç ve kazanma hırsından başka meydan kalmamışa benziyor. Eh o zaman meydan kalmadığına göre kişisel savaşlarını yaşıyor evlatlar yani gençlerimiz erkeklerimiz kızlarımız . O yüzden değil midir bu eşitlik kavgaları. Bilahare o mevzulara gireceğiz.
Sadece bazen unutmamak gerekiyor;
Biz nesli ve toprağı birçok Avrupa ülkesi gibi sonradan oturmuş bir millet ve kültüre sahip değiliz. Unutmamak gerekiyor bazen evet bu topraklar için haddinden fazla ödün verildi. Şimdi Atatürk’ün de dediği gibi ilim irfan ve fen de savaş verme zamanı ! Buyurun o halde yakın çağa diyelim..
www.bogazicigundem.com
Mart yazım
şehitlerimizi analım ama yıllar evveline gidelim;
Gelibolu Anafartalar Conk Bayırında toprağa serilen gülleri hatırlayalım. Tüm vatan evlatları ülkelerini korumak adına tarlasını bağını okulunu düğününğ bırakıp belki erteleyip namus bildiği ocak bildiği toprağını korumaya gitmişti Çanakkale’ye yaşları onaltı otuzbeş yaş arası onca insan.Yakışan tanımı ile ‘kınalı kuzular’ birçoğu doğru ana kuzusu! Bir çoğu baba, bir çoğu damat, bir çoğu yar .. ama hepsi evlat!
Kolay değil ki yoklukta soğukta denizin ayazında Anzaklarla çarpışma belki de ilk kez yabancı uyruklu birini görüp ya da aynı yaşta karşısında ki bir başka ana kuzusunun canını almak ama vatan savunma bekler. Evde bekleyen analarını bacı ve hanımlarını yarenlerini dilini kültürünü dinini korumak gerek! Böylece emri verdi Mustafa Kemal . Yer gök Anzaklar ile birlikte şahit oldu bu onurlu savaşa. O gün o bayırdı onurun gururun adı yazıldı Anafarta’ya!
Günün anlamından olmalı bir de gözüme ilişen çanakkale şehitleri gazilerinin çocuk fotoğrafından olsa gerek fazla duygulandım .
Şimdi vatan evladının onurunu gururunu delikanlılığını ıspatlayacağı çok meydan ve mekan kalmadı sanırım. Meydan denilecek yerlerde çoktan boşaltıldı. Siyaset meydanı dinezorlar mekanı daha yeni yeni çağını atlatıyor. Askeriye meydanı o da durum ortada!
Iş güç ve kazanma hırsından başka meydan kalmamışa benziyor. Eh o zaman meydan kalmadığına göre kişisel savaşlarını yaşıyor evlatlar yani gençlerimiz erkeklerimiz kızlarımız . O yüzden değil midir bu eşitlik kavgaları. Bilahare o mevzulara gireceğiz.
Sadece bazen unutmamak gerekiyor;
Biz nesli ve toprağı birçok Avrupa ülkesi gibi sonradan oturmuş bir millet ve kültüre sahip değiliz. Unutmamak gerekiyor bazen evet bu topraklar için haddinden fazla ödün verildi. Şimdi Atatürk’ün de dediği gibi ilim irfan ve fen de savaş verme zamanı ! Buyurun o halde yakın çağa diyelim..
www.bogazicigundem.com
Mart yazım
1/07/2012
Bir Severdin
Düş oldun, yalnızlığımın içinde
Farkında değilsin
Acının nedemek olduğunu anladığımda
Vakit çok geçti çeyrekleri düzeltmeye
Çocukların sesi daha yakın şimdi bana
Cennetin sesiyse çok uzak!
Üşümeden ısınır mı bu dünya
Gitmelerinden dön bana
Aşk geceme düştü sen bana
Sabahımda dolaşan mana
Saat çok erken şimdi
Geç kalmışken birçok bahara
Siluetin karşımda bakarken bana
Uzaklardasın şimdi, uzaksın
Önceleri severdin, gülerdi yüreğim
Sahi, severdin di mi?
1/04/2012
saçların aşktı
Yıldız yıldız güneşte gün olan
Saçların vardı hare hare
Rüzgarın kokusunu bana getirdiği
Tarağın yollarına su dökerdin ya!
Her değdiğinde aşkı zikrettiği
Yıldızlar dağınık saçlarında şimdi
Toz olmuş zikirler hüznün dalında
Rüzgarlar çoktan terketmiş tenini
Gelmez ki kokun şimdilerde
Gümrah yıllar var kalan geriye
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)